Bildiğiniz gibi Derinmavi Grubu üyelerinin karşısına her yıl bir yenilikle, yeni bir seyir bölgesi önerisiyle çıkmaya çalışıyoruz. Bu yılın Şubat ayında Balear adalarında yelken seyri yapacağımız belli olunca hafiften huzursuzlandığımı hatırlıyorum. Bunun nedenleri kısmen Akdeniz’in en batısında, bize en yabancı olan; rüzgârlarını ve denizlerini en az tanıdığımız bir bölgede seyir yapacak olmak, kısmen de bu adaların Avrupa’nın en gözde tatil mekânlarından olmasıydı. Seyrin Eylül ortasında yapılacak olmasına karşın her yer çok kalabalık olabilir, teknemizi güvenli barındırmada zorluklar yaşayabilirdik. Düşünülmesi gereken çok parametre vardı. Ama yeni, bilmediğimiz sularda yelken yapacak olmanın keyifli heyecanı, bu huzursuzluğun yerini aldı çok geçmeden. Hem yelken yapmak, hem de çok merak ettiğiniz yeni yerler görmenin başka yolu yoktu çünkü.
Bahar ve yaz ayları boyunca kılavuz kitaplardan Balear konusunu çalışırken, çok farklı özelliklere sahip olan bu adaların, bir denizcinin olmazsa olmazları arasında olması gerektiğini fark ettim. Kültürü, bırakın Akdeniz’in başka bir yerinden farklı olmayı, İspanya’dan bile farklıydı. Kendilerini İspanyol olduğu kadar Katalan da sayıyorlardı. Pek çok devlet kurumunun yapısının önünde İspanya ve Katalonya bayrakları birlikte dalgalanıyordu. Bu arada, Katalanların birkaç barışçıl protesto gösterisine da tanık olduk zaman zaman.
Programda Mallorca, Menorca, Ibiza ve Formentera yazmış olmamıza karşın, bunların hepsini bırakın bir haftada, on beş günde bile görmenin olanaksız olduğunu anladığımızdan, en büyük ve görülecek en çok yere sahip olan Mallorca çevresinde kalmaya karar verdik. Mallorca’nın çevresinde saat yönünde yapılacak tam bir tur yaklaşık 160 deniz mili kadardı ve bir haftada yapılabilirdi. Gene de günde 25-30 mil yapmak gerekecekti. Bunun her zaman mümkün olmayabileceğini de çok geçmeden anlayacaktık.
Teknemizi teslim alacağımız Palma de Mallorca limanı, adanın güneybatısında bulunuyor. Büyük gemi rıhtımlarını ve balıkçı limanlarını kapsayan ana mendireklerin içinde 5000’den fazla bağlama kapasitesine sahip onlarca marina var. Marina deyince bizim Turgutreis D-Marin ya da Marmaris Netsel gibi marinalar aklınıza gelmesin. Mendireğe ihtiyaç duymayan bu marinalar çoğu zaman birkaç pontonu olan sabit bir iskeleden oluşuyor. Duş ve tuvaletler, marina ve charter ofisleri, depo ve atölyeler hep bu iskelelerin üzerine konmuş konteynerlerin içinde. Bu marinalardan ağır yolla labirent gibi kanalların içinden açık denize çıkmak 15-20 dakikayı bulabiliyor.
8 Eylül Cumartesi Barcelona’dan 08:40’ta kalkan iç hat uçağımız 09:30 civarında Palma havalimanına indi. Oradan bindiğimiz taksi de bizi yaklaşık 20 dakikada teknemizi teslim alacağımız Marina Naviera Balear’ın kapısına bıraktı. Cumartesi günü saat 10:30-11:00 sularında kiralık teknelerin olduğu marina iskeleleri tam evlere şenlik bir görünümdedir: seyri bitip teknelerinden ayrılanlar, yeni gelenler, koşuşturan bakım ve temizlik görevlileri, şirket çalışanları ve gelip giden taksiler curcunaya katkıda bulunurlar. Bu hengâmeye biz de katıldık. Valizleri bu iş için ayrıldığı belli olan bir yere, başka valizlerin yanına bırakıp tekneyi bulduk. Alena, 2012 model Bavaria 45 Cruiser, 4 kamaralı bir tekne. Bana yabancı değil. Bu teknelerden iki tanesinin Slovenya’dan Türkiye’ye getirilmesi sırasında kaptanlığını yapmıştım. İyi kötü 2300 mil kadar. Tekneyi tanımak için yeterli bir süre. Ana yelkeni sarma sistemli, kullanımı kolay bir teknedir. Bürokratik işleri hallettikten sonra check-in işlemlerini yaparak tekneyi Tony’den teslim aldık. Tony işinin ehli, deneyimli, doğma büyüme Mallorca’lı, uzunsaçlı sevimli bir İspanyol, kendisinin de yelkenli teknesi varmış güneydeki marinalardan birinde. Konuşkan da çıktı, tekne filan derken İspanya’nın Avrupa birliği içindeki ekonomik durumu ve Mallorca’da aile sahibi olmanın zorluklarını dinlerken bulduk kendimizi. İyi de oldu, böylesi diyaloglar üzerinde hiç düşünmediği bakış açıları kazandırıyor insana. Valizler tekne salonuna indikten sonra sıra artık ekip üyeleriyle buluşmaya gelmişti. Koray ve Duygu ile marinanın karşısındaki bir dondurmacıda buluştuk, birkaç dakika sonra da Erdinç ve Bükre katıldı aramıza. Bu, elbette WhatsApp grubunda yazışıyor olmanın bir sonucu. Herkes diğerlerinin nerede olduğunu izleyebiliyor. Günay ve Deniz ise uzun saatlerdir yoldalar, uçakları akşam saat 23:00 civarında ineceği için ekibe daha sonra katılacaklar.
Mürettebatın eşyası da tekneye alındıktan sonra sıra alışverişe geldi. Marinanın yakınında (gene de nereden baksanız 1,5-2 kilometre), bir arka sokakta bulunan Mercadonia adlı süpermarkete gidip iki alışveriş arabasını doldurduk ve tekneye getirip yerleştirdik. Sonra da uzaktan siluetini gördüğümüz katedrali ve onun arkasında bulunan eski kent merkezini görmek üzere harekete geçtik. Yemeğimizi de orada yedikten sonra tekneye döndük. Saat 24:00’e doğru son mürettebat da tekneye ulaştı, biraz sohbet-muhabbetten sonra herkes kamaralarına çekildi. Yarın yol var.
Mallorca ve diğer Balear adaları hem tarihsel hem de coğrafi olarak her zaman türbülansın merkezi olmuş. Fenikelilerden tutun da Romalılara, oradan Araplar ve Osmanlılara kadar buralara gelmeyen kalmamış. Bir türlü rahat-huzur yüzü görmeyen adalar İspanya İç Savaşında Ulusalcıların yanında yer alıp büyük yıkımlardan kurtulmuş. Sonrasında ise lüks tatil merkezi olarak Avrupa’da giderek ön plana çıkmış durumda. Özellikle Almanların birinci tercihi olan pek çok yerleşim yerinde Alman etkisi belirgin biçimde hissediliyor.
9 Eylül Pazar sabahı kahvaltıdan sonra saat 10:30 gibi palamar çözerek seyrimize başlıyoruz. Hava parçalı bulutlu ve hafif rüzgârlı. Sakince kalabalık teknelerin arasından sıyrılıyor ve Limanın ana mendirekleri arasından ağır yolla çıkıp sancağa dönerek motorla seyri sürdürüyoruz. Niyetimiz yaklaşık 25 deniz mili uzaklıktaki Port de Andratx’a (Andraç okunuyor) ulaşmak bugün. İlk hedefimiz, yaklaşık 8 deniz mili uzaklıktaki Punta de Cala Figuera burnunu dönerek kuzeybatıya yönelmek. Limanla bu burun arasında dört-beş marina daha var. Ana yelkeni açıyoruz, bu arada da yağmur çiselemeye başlıyor. Yağmurluklar giyiliyor. Seyre devam. Burun dönüldükten sonra karşımıza çıkan ilginç görünümlü Illa Del Toro adasını sancakta bırakarak seyri sürdürüyoruz.
Sancağımızdaki dantel gibi girintili çıkıntılı kıyılarda tatil köyleri, marinalar ve kumsallar uzanıyor. Buraları pas geçmek zorundayız ne yazık ki. Her yeri görmeye kalksak, bir aylık seyir bile yetmeyecek gibi. Gözümüzü, bu günkü hedefimizin hemen öncesinde bulunan, yüksek kayalık bir burun olan Cabo de la Mola’ya dikmiş, yola motor-yelken devam ediyoruz. Burnu dönünce adanın an batısındaki liman olan Andratx çıkıyor karşımıza. Niyetimiz Ports IB iskelesine yanaşmak. ‘Acaba yer var mı?’ diye endişeleniyoruz biraz. VHF Kanal 08’den yaptığımız çağrıya ‘Devam edin, yaklaşın.’ yanıtını alınca çok seviniyoruz elbette. Beş-altı teknelik boş yer var gibi görünüyor. Bisikletle gelen görevlinin gösterdiği yere olaysız bir şekilde kıçtankara oluyor, tonoz halatımızı alıp bağlanıyoruz.
Endişeli olmamızın nedeni şu: Mallorca ve diğer adalarda bir özel marinalar, bir de kamunun işlettiği Ports IB (Iberia Limanlar İşletmesi) marinaları ya da limanları var. Bu ikincisinde marina fiyatları, çoğu yerde özel marinaların fiyatlarının yarısından da az. Ne var ki yerinizi garantiye almak için internetten rezervasyon yapmanız, bunun için teknenizin bilgi ve belgelerini eksiksiz bir şekilde sisteme girmeniz gerekiyor. Özellikle teknemizin bilgisayarcısı Koray’ın çok uğraşmasına karşılık bir şekilde başarılı olamadığımız için rezervasyon yapamadık başlangıçta. Birkaç gün sonra kayıt işlemini başarıp ilk rezervasyonumuzu yaptığımızda çocuklar gibi sevinecektik. Daha sonraları ise, çok geç saatlere kalmamak koşuluyla, biri dışında bütün IB Limanlarında yer bulabileceğimizi anlayıp rahatlayacaktık.
Andratx Limanı sevimli bir yer. Liman içinde, kuzeyde Club Vela adını taşıyan özel bir marina, güneyde ise Ports IB tarafından işletilen iskeleler var. Andratx köyü ise 2 mil kadar içeride bulunuyor. Öğleden sonra duşlar alınıp kıyı kafelerinde bir şeyler içildi ve akşamüzeri 18:00 gibi Andratx köyüne gitmek üzere otobüs durağında buluştuk. Bineceğimiz otobüs aslında Andratx ile Palma arasında işliyor ama biz iki durak sonra ineceğiz.
Köy neredeyse kurulduğu dönemde kalmış gibi. Sokaklara park edilmiş modern otomobiller olmasa hangi yüzyılda olduğunuzu neredeyse fark etmeyebilirsiniz. Birbirini dik kesen düzgün sokaklar ve bu sokakların iki yanında çok bakımlı, iki katlı İspanyol köy evleri. Büyük bir katedral ve Andratx sakinlerinin yaşam merkezi olduğu belli olan köy meydanı. Eski kuyu meydanın göbeğinde hala duruyor artık kullanılmasa da. Yürümekten yorulunca köy meydanında gözümüze kestirdiğimiz bir pizzacıya çöktük akşam yemeği için. Pizzalar o kadar büyükmüş ki, kalanları paket yaptırıp ertesi gün sabah kahvaltısı için tekneye götürdük. Hafta içi günler-Pazar ve tatil günleri tarife karışıklığının kurbanı olup bir saate yakın otobüs durağında beklediysek de neşemizden bir şey kaybetmeden limana ve teknemize döndük. Burada limanın duş ve tuvaletleri akşam saat 20:00’de kapanıyor, sabah 08:00’de açılıyor.
10 Eylül Pazar sabahı mürettebat tuvalet ve duş haklarını kullanıyor, çay demleniyor, ayak üstü bir sabah kahvaltısının ardından 10:00 sularında palamar çözüyoruz. Hedefimiz adanın sarp kuzey yakasının ortalarında bulunan ve yaklaşık 25 deniz mili uzaklığındaki Port Soller. Soller kuzey tarafında barınmaya elverişli tek liman. Çıkınca ya oraya kadar gidecek, ya da geri döneceksiniz. Alternatifi yok. Andratx çıkışından sonra Punta Galinda’yı sancakta bırakıyor ve Mallorca’nın en batısında bulunan Sant Elmo köyü ile karşısındaki Dragonera adası arasındaki kanala giriyoruz. Dragonera adası bir miili park ve doğa koruma bölgesi ilan edilmiş durumda, ziyaret çok sıkı kurallara bağlı. Üzerinde batı kardinal şamandırası bulunan Mitjana adasını sancakta bırakmamız gerekirken, diğer yöndeki derinliklerin de uygun olduğunu gördüğümüzden adayı iskelede bırakarak yolu kısaltıyoruz.
Dragonera’nın kuzey ucunun ötelerinde koyu renk denizin üzerinde beyaz kuzu başları görünüyor. Deniz sert olacak gibi. Hava raporları 12-14 knot rüzgâr tahmini veriyor. Önce ana yelken, sonra Cenova basılıyor ve orsa seyri başlıyor. Kuzeydoğuya gidiyoruz ve rüzgâr tam kafadan; tipik “kadersiz gemici rüzgârı”. 45 feet Bavaria 18-20 knot rüzgâra kadar orsada camadansız seyir yapabilir, içim rahat. Gel gelelim rüzgâr önce 24-25 daha sonra da 27-28 knot değerlerine çıkıyor. Henüz 10 mil yol almış durumdayız ve sancak kontrada adadan giderek açılıyoruz. Ya camadan vurup yola öyle devam etmek, ya da dönmek gerekiyor. “Önce tramolayı atalım, gerekirse camadan vururuz”, diye düşünüyorum. Deniz giderek kabarıyor, serpintiden ıslanıyoruz. Tramolayı atıp iskele kontraya geçiyor ve adaya doğru dönüyoruz. Tekne tehlikeli biçimde bayılıyor, toparlaması zaman alıyor. Boğuşa boğuşa gidip Soller’de yer bulamamak da var. Dönüyoruz. Sonuçta teknenin ve mürettebatın sağlığı bizim için her şeyin önünde. “Ana yelken bumbasını boşlayın, dikkatli olun! Yavaş yavaş kaçırın, vincin üzerinde dört tur olsun!” Bağıra bağıra komutlar sıralanıyor. Erdinç ve Koray’ın gayretleriyle bumba boşlanıyor, ana yelken şiddetle yapraklıyor. “Hazır olun, şu dalgadan sonra dönüyoruz.” Dümen sancak alabandada, tekne 90 derece sancağa dönüp rüzgâr ve dalgaları iskele kıç omuzluğa alıyor. Orsada zar zor 6 knot yaparken cenovanın da boşlanıp bağlanmasıyla hızımız 9-10 knota çıkıyor. Bir ara 11 knot da görüyorum. 3,5 saatlik seyirden sonra Sant Elm’e geri dönüyor, Pantaleu adasının kuytusunda yelkenleri sarıyoruz. Bağlanacak şamandıra ararken görevli botuyla yanımıza geliyor ve saat 13:15’te uygun bir şamandıraya bağlanıyoruz. Mürettebat denizde. Seyir programı değiştiği için yeniden planlama yapacağız. Bu gece burada, şamandıradayız. Yarın uzun yol var.
Şamandıra için 47 € ödedik. Akşamüzeri botla kumsala çıkıp köy gezildi, güzel bir kafede önce geleneksel İspanyol içkisi Sangria içildi sonra da akşam yemeği yendi.
Birkaç parti halinde gene botla tekneye döndük. Gece kâh yağmur yağdı kâh sağanak rüzgâr yaptı. Ara sıra uyanıp havuzluğa çıktıysam da kayda değer bir olay olmadı.
11 Eylül Salı sabahı erkenden uyanıyoruz. Saat 06.30 gibi herkes havuzlukta. Kahvaltı aceleyle yapılıp 07:15 gibi yarı karanlıkta şamandıra halatını bırakıyoruz. Ağır yol koydan çıkıp güneybatıya dönerken Mallorca üzerinden güneş doğuyor. Gökyüzünde rengârenk bulutlar. Geldiğimiz yolları geri dönüp Palma Körfezi’nin batısındaki en büyük burun olan Cap de Cala Figuera’yı dönünce iskeleden, Palma körfezinden dışarı doğru esen canlı bir rüzgârla karşılaşıyor, yelkenleri açıyoruz. Rüzgâr 12-14 knota, hızımız da 6-6,5 knota oturuyor. Zevkli bir yelken seyrine başlıyoruz. Günay kaptan dümende..Bu, dün bizi yolumuzdan çeviren Levante rüzgârının ada üzerinden geçtikten sonraki yumuşamış hali.
Hedefimiz Punta Blanco’yu dönüp turkuaz sularıyla ünlenmiş Playa Del Trench’e demirlemek. Buruna yaklaşırken rüzgâr hem zayıflıyor, hem de yön değiştiriyor. Önce cenovayı sarıp motor-yelkene, daha sonra rüzgâr kafaya döndüğü için ana yelkeni de sarıp motora geçiyoruz. Nihayet 5 saatlik seyirden sonra 31,5 deniz mili yol alıp saat 13:45 sularında Trench’de bembeyaz kumların üzerine, 3 metre suya demirimizi funda ediyoruz.
Tam denize girilecek yer. Mürettebat doya doya yüzüyor. Akşam yakındaki Sa Rapita marinasına girmek niyetindeyiz. VHF kanal 09’dan yaptığımız çağrılar sonucunda liman ağzında yarım saatten daha fazla bekletilerek de olsa marinaya giriyoruz. Marina çoğu yerli teknelerle ağzına kadar dolu. B iskelesinin alnına aborda olmuş, uzun zamandır kullanılmayan bir yelkenliye aborda oluyoruz. Suyu içilmediği gibi depoya bile konulamayan bu marinanın geceliği 105 €. Neyse ki elektrik ve kapısı şifreyle açılan tertemiz duşlar var.
Kılavuz kitapta Cabrera adasına seyir izni ve geceleme şamandırası rezervasyonunun bu marinada yapılabileceğini okumuştum. Hemen ofise gittim, seyir permisi halloldu. Gecelemek için bizim teknenin boyuna uygun son bir şamandıra kalmıştı. Kredi kartım çalışmadı. Tekneye dönüp Koray’la birlikte yeniden ofise geldik onun kredi kartını kullanmak üzere. Sürpriz! On dakika içinde o şamandıra da gitmiş. Büyük teknelere ait şamandıralar var ama onlar da dünyanın parası. Mecburen Cabrera’da gecelemekten vazgeçtik. Akşamüzeri Del Trench’e döneceğiz.
Teknede hummalı bir hazırlık, bir koşturmaca var. Bir hoşluk olarak, ekibimizin doktoru Erdinç Sarıdoğan ve eşi Bükre’nin evlilik yıldönümlerini teknede kaptan nikâhıyla tazeleyip kutladık. Çevredeki teknelerden hatta marina çalışanlarından alkış alan bu kutlamada şampanya eşliğinde kutlanıp, danslar edildi, oyunlar oynandı.
Akşam bir tatil beldesi olan Rapita sokaklarını arşınlayıp Koray’ın kılavuzluğuyla bir restoran aradık. Bir rastlantı eseri oturduğumuz restoranın işletmecis i de Can Bey adında bir Türk çıkmasın mı? Ca’n İspanyolca’da ‘…yeri ‘ anlamına gelen bir ön ek gibi. Her yerde Ca’n ibaresi gördüğümüzden bu aramızda uzun süre espri konusu oldu. Bu arada Koray teknenin belgelerinin sisteme girişini tamamladı ve son geceyi geçireceğimiz Cala Figuera’da gecelik randevu almayı başardık. Tekneye dönerken herkesin neşesi son derece yerindeydi. Yarın Cabrera seyri var.
İspanyolca’da “keçi adası” anlamına gelen ve Mallorca’nın güney burnunun 12-13 mil açığında bulunan Cabrera, kılavuz kitapta “mutlaka görülmesi gereken bir yer” olarak gösterilmişti. “jet ski yok, motor gürültüsü yok, sadece doğa ve diğer şamandıralara bağlanmış, sakin çevrenin tadını çıkaran diğer tekneler” deniyordu. Çok çekici. Milli park ve doğa koruma bölgesi. Demirlemek yasak. Geceleme şamandırası kiralayamamışsanız gün batmadan ayrılmak zorundasınız. Vardığınızda yeşil renkli günlük şamandıralardan birine bağlayacaksınız. Bu şamandırada geceleyemiyorsunuz. Cabrera’nın aslında karanlık bir geçmişi var: 200 yıl kadar önce İspanya’nın bağımsızlık savaşı sırasında İspanyollar ülkeyi işgal eden Napolyon’un askerlerini İngilizlerin de yardımıyla tutsak almış, bir kısmını Kanarya adalarına, bir kısmını da önce Mallorca’ya, halkın kabul etmemesi üzerine de kimsenin yaşamadığı Cabrera’ya göndermişler. Cabrera’ya gönderilen askerler zaman içinde açlık, susuzluk ve hastalıktan kırılmışlar. Böcek ve otlarla beslenmeye çalışan 14000 askerden sadece 3000 kadarı hayatta kalabilmiş. Yani Cabrera 11000 Fransız askerine mezar olmuş.
Bu karanlık geçmişi unutmaya çalışarak sabah güzel bir kahvaltıdan sonra 10:30 gibi marinadan ayrılıp seyre çıkıyoruz. Hava o kadar puslu ki 10-12 mil ötedeki Cabrera ve Conejera adaları görünmüyor. Rüzgâr zayıf, motor seyrindeyiz. Dümencilerimiz dikkatli. Pusun içinden hayal gibi çıkan adaya yaklaşıyor, 13:30 gibi Puerto de Cabrera’ya giriyor, ana iskeleye en yakın yeşil şamandıraya bağlanıyoruz. Hava kasvetli, ara ara yağmur çiseliyor. Şu anda adada küçük bir İspanyol muhafız birliği var yalnızca. Ve onların kantini adanın ziyaretçilerine de yemek ve içecek sağlıyor. Bot denize indiriliyor, motor takılıyor ve mürettebat partiler halinde bot rıhtımına taşınıyor. Günay, ekibin neşesi Deniz, Duygu, Ayten ve ben karaya çıkan ekipteyiz. En görülesi yer olan küçük kaleye tırmanıyoruz. Teknede kalan ekibin diğer üyeleri denizin keyfini çıkarıyor. Bu arada yolda, yalnızca bu adada yaşadığı söylenen, siyah renkli ve çatal kuyruklu kertenkelelerin fotoğrafları çekiliyor. Yukarıdaki tabelada kalenin Kuzey Afrikalılar ve Türklere karşı inşa edildiği yazılmış. Kaleye kadar yol gayet iyi, ellerimizi kullanmaya gerek olmadan çıkabiliyoruz. Kaleye girdikten sonra yukarı çıkmak içinse minare merdivenlerine benzeyen, karanlık merdivenlerden tırmanıyorsunuz. Ödül: muhteşem manzara elbette. Çıktığımıza değiyor. Sonra yine partiler halinde tekneye dönüyor, soğuk bira eşliğinde ‘kaptan ‘s’ ton balıklı sandviçlerimizi yiyoruz. Yaşı küçük ama uzun yol tecrübesi büyük Deniz kızımız çok mutluJ)
Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra 17:30 gibi şamandıradan avara ediyor, dönüş yoluna düşüyoruz. Dışarıda güzel rüzgâr var.
Yelkenlerimizi basıp iskele kontra geniş apaz seyriyle Playa Sa Rapita’ya dönüyoruz. Planımız bu gece alargada kalmaktı ama deniz kabarmış, güneybatıdan esen rüzgârla plajın açığında rahat uyumamıza olanak yok. Mürettebatla kısa bir görüş alışverişinden sonra yeniden Sa Rapita marinaya girmeye karar veriyoruz. VHF’ten yaptığımız çağrıya bu kez çabucak cevap geliyor. Bu kez A iskelesinin başına, doğrudan aborda ediliyoruz. Bu akşam teknede makarna ve şarap partisi var kararlaştırıldığı üzere.
13 Eylül Perşembe sabah erken kalkıp beyaz pudra gibi kumu ve turkuaz renkli denizin olduğu plajına gidiyoruz. Biz yüzüyoruz. Bükre yoga eğitmeni, gezi boyunca da aksatmadığı seanslarına Erdinç’le o güzel kumsalda devam ediyorlar. Deniz dönüşü küçük ama yeterli donanıma sahip marketinden mis gibi ekmek kokusu geliyor. Taze çıkmış ekmeğimizi de aldıktan sonra saat 10:00 gibi marinadan bir kez daha ayrılıyor, son gecemizi geçireceğimiz küçük balıkçı köyü Cala Figuera’ya doğru yola çıkıyoruz. Hedef yalnızca 15 mil uzakta ama gecelik rezervasyonumuzu önceden yaptığımız için içimiz rahat. Önce Figuera’dan 1,5 mil kadar daha kuzeydoğuda olan Cala Mondrago’da demirleyip denize girecek, daha sonra dönüp Cala Figuera Marina’da (!) geceleyeceğiz. Saat 12:00 sularında adanın en güney burnu olan Cap de Ses Salines’i bordalıyoruz. Turkuaz suları olan bu burundan 90 derece dönüp kuzeybatıya yöneliyor ve saat 15:45 sularında Cala Mondrago’ya ulaşıyoruz. Harika bir demir yeri ama kalabalık. Çatal koyun her iki yönü de plajla sonlanıyor. Uygun bir noktaya demirimizi funda ediyoruz. Herkes denize!
Çok geç kalmadan dönmek istiyorum aslında. İlk rezervasyonumuz olduğundan sonuçtan bir parça endişeliyim. Kılavuz kitapta 6 ziyaretçi tekneden söz ediliyordu çünkü. İki yanı sarp yamaçlarla korunan Cala Figuera’ya girerken VHF’ten yaptığımız çağrıya “buyurun gelin” mealinde cevap alınca rahatlıyorum. Cala Fİguera bir nehir ağzı aslında. İçerisi küçük, yerli teknelerle dolu. Üç-dört büyük balıkçı teknesi de mendireğin içine aborda olmuş durumda. Yaklaşırken bir teknelik boş yer olduğunu görüyoruz. İşte o bizim yerimiz. Dar alanda manevra yapıp o yere kıçtankara yanaşıyoruz. Görevlinin uzattığı iki tonozu de iskele-sancak koç boynuzlarına volta ettikten sonra pasarellamızı donatıyor, elektriğimizi bağlıyoruz. Rutin kayıt işlemlerinden sonra artık köyü keşfetme zamanı.
Buraya köy demek de yanlış aslında. Daha çok bir balıkçı limanı. Yukarıdaki yerleşime baktığınızda restoran ve kafeler, hediyelik eşya dükkânları ve oteller var. İçerilere gidildiğinde eskilerin yanında daha çok modern tatil evleri görülüyor. Restoran ve kafelerin çoğu kapanmış, belli ki sezon sonuna geliyoruz. Yerleşimin ya da köyün bir merkezi, bir meydanı yok. Daha doğrusu liman, yerleşimin merkezi durumunda. İçeri doğru çatal şeklinde giren halicin ya da fiyordun iki yanında altında kayıkhaneleri olan eski evler sıralanmış. Bunların çoğu hala kayıkhane olarak kullanılıyor, kimilerinde bulunan kayıkların onarımda olduğuna tanık oluyoruz. Fiyordun iki yakasında yarım saat süren yürüyüş, eski fotoğrafların da yardımıyla buranın geçmişi konusunda çok aydınlatıcı oldu. Balıkçı limanı olarak başlamış, öyle de devam ediyor. Ekip olarak burayı çok beğendik. Biz oradayken lambuka (orada lampuga diyorlar) balıkları kasalara istif ediliyordu. Tam balık yenecek yer. Balık ve pizza neredeyse aynı fiyat.
Yürüyüşten sonra limanı da gören bir kafe-restorana oturup önce bir şeyler içtik, sonra da balık siparişlerimizi verdik. Lambukayı ızgara yapıp bir tür domates sosu ile servis ettiler. Balıklar ya dün ya da bugün tutulmuş, yiyenler pişman olmadı. Mürettebatın diğer tercihleri barbun, dil ve kılıç balığı oldu. Tekneye dönüş zamanı. Yarın dönüş yolu var ama bir şeyi unuttuğumuzu fark ettik. Duş ve tuvaletlere giriş kartı için ve su hortumu adaptörü için ofise 50 € depozit bırakmıştık. O nedenle sabah 07:00’deki yola çıkış saatini ofisin açılma saatine erteledik.
14 eylül Cuma sabahı ofis 08:00’de açılıyor, kart ve adaptörü iade edip depozitomuzu geri alıyor ve 08:30 gibi palamar çözerek seyre başlıyoruz. Bugün yolumuz uzun, 37-38 mil kadar. Bütün kiralık tekneler dönüş yolunda olacağı ve yakıt iskelelerinde kuyruklar oluşturacağı için mola vermeyeceğiz. En geç 16:00 gibi marinada olmamız gerekiyor. Zaman zaman motor-yelken, çoğu zaman da motorla 6-6,5 knot hızla Palma yönünde seyrediyoruz. Yolumuzun üzerindeki bütün koy ve limanlardan tekneler çıkıp Palma yönüne dönüyor. Arkamıza baktığımızda devasa sayıda tekneden oluşan bir filonun önlerinde olduğumuzu görüyoruz. Palma limanına saat 14:45 gibi girip yakıt iskelesine beklemeden aborda oluyor ve depomuzu 72 litre yakıtla dolduruyoruz. 15:00 gibi girdiğimiz Naviera’da tekneyi görevliler teslim alıp yanaştırıyor.
Bir eğitim seyrini daha kazasız-belasız, katılımcıların gülümseyen yüzleriyle sonlandırmanın mutluluğunu yaşıyoruz. 15:30 gibi bitiriş şampanyası açılıyor ve katılımcılara sertifikaları dağıtılıyor. Yeni seyirlerde buluşmak için sözleşiliyor. İlk kez dümen tutmayı, yelken açıp kapamayı deneyen Duygu ve Bükre’de teknede çok iyi takım elemanı oldular. Sanırım Koray ve Erdinç kaptanların eşlerine sevdirdik. Yaşasın!
Takım arkadaşlarımız; kıdemli kaptanımız Günay, denizci kızımız Deniz, Duygu, Koray, Bükre ve Erdinç’e uyumları, paylaşımları, katkıları için teşekkür ederiz.
Bu gece teknedeyiz, yarın sabah katılımcılarımızdan bazıları farklı saatlerdeki uçaklarına yetişip Türkiye’ye dönecek, bazıları bir gün daha kalıp dinlenecek. Biz de bir başka marinaya geçecek ve yeni bir Mallorca seyri için hazırlıklara başlayacağız.