KAPTANIN SEYİR DEFTERİ (İYONYA ADALARI-2017)
30.08.2017
İstanbul aktarmalı Ankara-Atina uçuşumuzu THY ile ve aşırı sıcak-istikrarsız hava nedeni ile, oldukça sarsıntılı ve sallantılı bir şekilde gerçekleştirdik. Pasaport işlemlerinden hızlı bir şekilde geçtikten sonra, havaalanı transferi için internetten bağlantı kurduğumuz İstanbul kökenli Pantelis Christidis (tlf: +30.6944 242 656, athenstaxipanch@gmail.com) yerine onun gönderdiği yine İstanbul kökenli Thomas beyin taksisi ile Türkçe sohbet ederek, Atina hakkında genel bilgiler alarak konforlu bir şekilde otelimize vardık. Kısa bir mola sonrası hemen yollara düştük. Önce parlamentonun olduğu Syntagma meydanına yürüdük, ponponlu ayakkabıları, püsküllü başlıkları ve etek şeklindeki kıyafetleri ile ilginç efsun (efzon) askerlerinin yine ağır ve abartılı hareketlerle saatbaşı gerçekleştirdikleri nöbet değişim törenini izledik. Akşam saat 20’de, evlilik yıldönümümüzü kutlamak için, Michelin yıldızlı Spondi Restaurant’ta 3 ay öncesinden yaptığımız rezervasyonumuz vardı, ancak Atina taksi şoförleri GPS’e rağmen adres bulmakta zorlanıyorlar sanırım, yoldan bulduğumuz taksi epeyce dolaştıktan ve başkalarına sorduktan sonra adresi bulabildi. Önce bizim İstanbul şoförleri gibi taksimetre para yazsın diye yaptığını düşündük ama sonra hakikaten adresi bulamadığına ikna olduk. Restaurantın ambiansı ve fransız tarzı yemekleri ile sommelier’in şarap önerileri son derece memnuniyet verici idi, böyle bir yer için hesap da çok makuldu.
31.08.2017
Sabah kahvaltı sonrası yokuş çıkmamak için bir taksiyi tercih ederek Akropol’e gittik. Bizim pek çok ören yerimizin iki-üç yıl öncesine kadar ki hallerini andıran, turist otobüsleri ve insan kalabalığı arasında, çok sıcak günde giriş kuyruğunun çok uzun olduğunu görünce tereddüd yaşadık, ancak doğrudan gişeye gidince nakit-para gişesinde kuyruk olmadığını görüp biletlerimizi alıp yorucu bir yokuş yürüyüşü ile Akropol’e çıktık. Restorasyonların devam ettiği tepeden Atina manzarası güzeldi. Şehir adeta bu tepe etrafında yatay olarak gelişmiş, neredeyse aynı yükseklikte binalar arasında yeşil alanlar ve tarihi yapılar içeren görünümde idi. Az sayıda yüksek yapı merkezden oldukça uzaklarda gözleniyordu. Akropol’deki Parthenon çok görkemli bir yapı idi, yanındaki Athena Tapınağı da, orijinalleri Akropol müzesinde bulunan ve bazıları bir ayağı önde ayakta duran arkaik dönem kadın heykelleri demek olduğunu öğrendiğimiz korea (korai)’lerin replikaları ile etkileyici idi. Yine Akropolis’in güney kanadında bulunan halen konserlerde kullanılan Herodes Atticus Odeonu’nu, bir aktiviteye hazırladıkları için, üstten gördük.
Bu sırada, ekibimizin biz Nilgün-Emin Yıldırım dışındaki diğer üyeleri Maestro Murat-Ayten Alev ile Deniz-Fuat Tiniş kaptanların bugünkü uçuşla Atina’ya intikal ettiklerini öğrendik. Baba-oğul Gökhan-Enis Demirer’in ise kendi otomobilleri ile Edirne’den karayolu ile Levkas’a vardıkları haberi geldi.
Biz Akropol’ün eteklerinde bulunan Akropol Müzesini gezdik. Müze, tarihi kalıntıları altta tahrip etmeden ve onları sergileyecek şekilde, ayaklar üzerine oturtulmuş, modern müzecilik anlayışı ile bir düzen içerisinde Akropol’den çıkan eserleri gezmeyi sağlayan, zengin ve güzel bir yapı, mutlaka görülmeli. Müzeden Plaka’ya inerken, sol tarafda Dionysos Tiyatrosunun kalıntıları izleniyordu. Bu bölgede diğer kaptanlarımızla karşılaştık, onlar Akropol’e çıkıyorlardı, biz bir soğuk içecek molası sonrası hemen Akropol’ün eteklerindeki Plaka ve Anafiotika semtlerini dolaşmaya devam ettik. Bu iki semt, Akropol’ün kuzey yamaçları ile, tüm gezi bloglarında “görülmeli” denilen ama bizim çok da beğenmediğimiz, biraz Ankara-Denizciler Caddesi havasındaki Ermou Caddesi arasında yer alan, şehrin en hareketli, otantik ve kafe-restaurantlarla dolu sevimli yerler, mutlaka görülmeli. Özellikle bir köşesinde şimdi el sanatları merkezi olarak kullanılan Osmanlı Camisi, bir diğer köşesinde bir Roma dönemi kalıntıları olan, gece ışıklandırılmış Akropol manzarası buradan müthiş olan Monastraki meydanı gündüz ve gece devamlı hareketli bir yer (yankesicilere dikkat edilmesi önerildi). Ermou Caddesinin Syntagma meydanına doğru üst kesimleri daha eli-yüzü düzgün mağazalarla dolu, İstanbul-İstiklal Caddesi havasında, ancak hiçbir orijinaliteleri yok. Yine bu caddenin aşağı kısımları ikinci-el ev eşyası satan dükkanlarla dolu. Benzer şekilde Monastraki Meydanından girişi olan, bloglarda bit pazarı olarak lanse edilen, Flea Market sokağı ucuz mallar satan sıradan dükkanların olduğu bir yer.
Akşam bu civarda Ayten Kaptan’ın kızı tarafından önerilmiş olan SIX D.O.G.S. adlı pub’ı bulduk, karanlık bir sokakta, tereddüdle, kapıdan girip binanın arkasına geçince, hiç beklemediğimiz şekilde kalabalık ve daha çok gençlerin olduğu bir gizli bahçe gördük. Zorlukla yer bulup aperollerimizi yudumladık. Sonra yürüyüş ve metro kullanarak otele döndük.
01.09.2017
Sabah kahvaltı sonrası Ulusal Arkeoloji Müzesi’ni gezdik, yaklaşık 3 saatimizi aldı. Çok zengin ve çok güzel düzenlenmiş bir müze. Antik mezarlardan çıkmış bu kadar çok altın takıyı maalesef bizim müzelerimizde görmek mümkün değil, benzer altın bolluğunu bir de (onların da çoğu talan edilmiş olmasına rağmen) Peru İnka müzelerinde gördüğümü hatırlıyorum. Bizim topraklarımızdan kaçırılan değerleri düşününce insan hayıflanıyor, tabii ki. Buradan sonra metro kullanarak Kolonaki bölgesine gidiyoruz. İstanbul Nişantaşı havasındaki bu semtte kahve molası sonrası General Hospital’in yanındaki caddeden yukarı doğru tırmanıyoruz, bir noktadan sonra ucu gözükmeyen merdivenlere ulaşıyor ve yavaş yavaş bunları da tırmanıyoruz. Nihayet bizi Atina’nin en yüksek tepesi olan Lykavittos’a çıkaracak olan teleferik denen funikülere varıyoruz. Aslında Evangelismos metro durağında inince hemen bir taksi ile bu funikülere yorulmadan ulaşabilirmişiz, ama artık geç. Funiküler her yarım saatte bir çalışıyor. Tepede kafe-restoran var ama eğer gündüz vakti çıkılıyorsa 360 derece Atina manzarası görüldükten sonra zaman kaybetmeye değmez ama gece özellikle Parthenon ışıklandırılmış iken manzara daha cazip olabilir. Funikülerden inince merdivenlerden iniş çok kolay oluyor.
Akşam ekibimiz hep beraber Monastraki meydanında Bairaktaris Taverna’dayız. Restaurantın içinde buzuki eşliğinde kaliteli Yunan müziği yapan sanatçıların müziğini, dışarıda oturduğumuz için, yandaki daha gürültülü pop müzik yapanların sustuğu anda duyabiliyoruz. Yanda başka bir Türk grup var ve o gürültülü müzik eşliğinde ortada halay çekiyorlar. Çok güzel mezelerle ouzo içiyoruz ve çok hesaplı bir fiyat ödüyoruz. Yarın sabah tekne-yelken programına başlıyoruz.
Seyir bölgemiz
02.09.2017
Sabah 07’de bizi tekneyi teslim alacağımız Lefkada-Levkas şehrindeki Levkas Marina’ya götürecek minibüse bindik, yaklaşık 5 saatlik yolculuğumuz başladı. Güzergahımız otoyol olup, otoyoldan çıktıktan sonraki 60-70 km’e kadar son derece güzel manzaralı, kaliteli ve keyifli yolculuk yaptık, gerçi bu son kısım da kötü değildi ancak tek şeritli idi. Özellikle Korint Kanalının üzerinden Mora yarımadasına geçtikten sonra devamlı sağ tarafdan denizi takip ederek güzel manzaralar eşliğinde yola devam ettik. Patras’a gelmeden mimari açıdan da önemli olan Rio-Antirrio köprüsünden geçerek tekrar ana karaya döndük.
Rio-Antirrio köprüsü
Levkas kanalı üzerindeki köprüden geçerek Levkas şehrine ve Levkas Marina’ya saat 13 civarında ulaştık. Marina Levkas şehrinin merkezinde rıhtımın güneyinde yer alıyor, Doğuş Grubu’nun ortaklığı (D-Marine) varmış, pilot kitaba göre 630 bağlama yeri var. Her türlü marina hizmeti var, ücretli ve ücretsiz tuvalet duş ve çamaşır yıkama mevcut. Teknemiz yeni bir Bavaria 49, ancak saat 15 civarında hazır ediliyor, o ana kadar marinadaki Zorba’s Cafe’de biralarımızı yudumluyoruz. Tekneye yerleştikten sonra alışverişi tamamlayıp akşam saatlerinde Levkas’ı dolaşmaya başlıyoruz.
500 Euroluk alışveriş yükleniyor Poseidon’un payı (!) veriliyor
Levkas kanalının olduğu yer aslında bir lagün. Deniz kenarında sıralı, Yunanistan’dan çok Sicilya İtalyasını andıran kafelerinde ve sokak aralarında dolaşıyoruz. Şehir meydanı çok kalabalık ve hareketli ancak gürültülü müzik yok. Oturduğumuz kafede garson kız Türk olduğumuzu öğrenince hemen dizilerden bildiği isimleri saymaya başlıyor, arka masadaki annesine bizim Türk olduğumuzu söyleyince bu sefer onunla yine dizi muhabbeti yapıyoruz ancak ilginç olan biz bu dizileri ve karakterleri tanımıyoruz fakat küçümsediğimiz dizilerin ne kadar tanıtıcı olabildiğini görüyoruz, bizim buralara gelmeden Türk dizileri çalışmamız lazım.
Levkas şehrinden manzaralar
Levkas Kanalı, Şehri ve Adası
03.09.2017
Sabah 7.30’da demir alıyoruz, amacımız saat 8’de açılacak olan Levkas kanalından çıkmak. Kanal 13 ve 15 hariç saat başlarında açılıyor, kanalın iki tarafında bekleyen tekneler ördek yavruları gibi arka arkaya dizili olarak sıraya giriyor ve hızlı bir şekilde giriş-çıkış aynı zamanda gerçekleşiyor, son tekne geçince de kanal tekne trafiğine kapanarak köprü üzerinden kara trafiğine açılıyor. Kanal pilot kitaba göre 6 m derinlikte olması gerekirken, genellikle düzgün yerleştirilmiş kanal şamandraları arasında 3.5-4.5 m civarında ölçüm aldık. Kahvaltıyı kanaldan çıktıktan sonra yaptık.
Levkas Kanalı ve Köprüsü
Bugün rotamız kuzeye, Nisoi Paksoi ve Andipaksoi’den ilkine yönelik. Paksoi, Korfu adasının 7 mil güneyinde yer alıyor, pilot kitapta adanın güneyinde Gaios veya kuzeyinde Ormos Lakka methediliyor, amacımız bunlardan birinde gecelemek. Rüzgar çok iyi, kuzey-batı yönlü ve zaman zaman 8.2 knot hıza ulaşan orsa seyrimiz ile keyfimiz yerinde. Ancak Paksoi’ye yaklaşırken genovanın sarma mekanizması arızalanıyor, Murat Kaptan her zamanki bilgi-deneyim birikimi ile müdahale ediyor, ancak furlingin sarma halatı, onu yönlendiren makaranın uygun açıda olmaması nedeni ile, düzgün sıralı değil üst üste sarıldığı için kutusu içinde sıkışmış ve yelkenin gerilimi ile de neredeyse kilit olması yüzünden genovayı tam kapatmak mümkün olmuyor. Ben de yardıma geçiyorum, orsa giden teknede halatı yuvasından tamamen çıkartarak, birimiz furlingin olduğu baş ıstralyayı sağa-sola oynatırken diğerimiz kutu içindeki her bir sargıyı boşaltarak tamamen halatı boşluyoruz. Bu arada gözümün önüne, tıbbi malzemenin kıt olduğu bir zamanlar ameliyat sırasında kalitesiz yerli cerrahi ipliklerin düğümlerini açmak için harcadığımız çaba geliyor. Düğüm tamamen çözülünce genova mandarını indirip yelkeni güverteye alıyoruz. Tabii ki süratle giden teknede güvertedeki yelken uçma tehlikesi taşıdığından, Enis ile Ayten hanım yelkenin üzerine oturarak onu sağlama alıyorlar.
Sonuçta furling boşken manuel olarak çevrilerek sarma halatı kutu içindeki yuvasına düzgün olarak sarılıp, genova ıstıralya üzerindeki yatağına sokulup tekrar mandar çekilerek asılıyor ve sorun çözülmüş oluyor (şimdilik). Bu arada ikinci bir sorun ortaya çıkıyor. Genova iskotasını sancak genova arabasında tutan mekanizma yelkenin gerilimi ile yerinden çıkıyor ve genova yapraklanmaya başlıyor. Yine tabii süratle giden teknede dolu bir yelkenin çok gergin iskotasını üzerindeki mekanizma ile birlikte yatağına yerleştirmek iki kişi için bile olsa çok zorlu bir işlem oluyor, ancak bu da başarılıyor. Bu işlemlerle henüz sorunu çözememişken açık kalmış bir yelkenle limana girmek sorunlu olacağından Paksoi’yi pass geçiyor ve Korfu’ya (Nisos Kerkira) yöneliyoruz. Pilot kitapta methedilen Gaios’u görmekten mahrum kalıyoruz. Yelken sorunu çözüldüğünde de zaten Korfu adası hizalarına gelmiş bulunuyoruz. Hedefte adanın güneyindeki Kavos (Levkimmi) var. Pilot kitaba göre burası feribotlar için inşa edilmiş bir liman, Korfu merkeze giden yol da buradan başlıyormuş ancak imkanları kısıtlı imiş. Bakmak için giriyoruz ancak Murat Kaptan’ın “bir yerde gecelemek için başka tekne var mı diye bakarım” düsturu üzerine başka tekne olmadığından ve de terk edilmiş hali yüzünden vazgeçerek kuzeye yöneliyoruz. Dümene Nilgün geçiyor, daha önce bir-iki deneme dışında tecrübesi olmamasına rağmen yelkenlerde falso olmadan zaman zaman, bu rotamızda rekor olan, 8.3 knot hıza çıkarak bizi Korfu’ya ulaştırıyor.
Ne dümen tutmaktan ne de çayımdan vazgeçmem… Sağlığınıza…
Korfu’nun girişi, adanın yaklaşık güney ucundan itibaren önce silüet halinde sonra yaklaştıkça daha belirgin olan çift deve hörgücü şeklindeki tepeleri ile fark ediliyor. Bu tepelerin sonradan eski kaleye (Old Foltress) ait olduğunu görüyoruz. Eski kale üzerinde bir seyir terası var. Bunların olduğu burunun güneyinde Yatçılık Klübü marinası, burnu dolanınca Mandraki limanları var ancak biz kasabanın kuzeybatısındaki Gouvia Marina’ya yöneleceğiz. Burnu iskelemizde bırakarak körfeze giriyoruz. Denizden bakınca Korfu yine bana Sicilya İtalyası’nı hatırlatıyor. Körfezin ortasında bazı adaları sancağımızda bırakarak marinaya gidiyoruz. Bu marinanın girişinde oldukça açığa kadar uzanan kumluklar var, bu nedenle kuzeyden giriş yapıyoruz. Marinanın giriş şamandıraları uzaktan biraz zor seçiliyor. VHF 69’dan anons yapıyoruz, hemen cevap geliyor. Marina D-Marin’e aitmiş (Doğuş Grubu). Tuvalet-duş imkanı çok iyi ancak biri A diğeri C rıhtımında, market de C rıhtımında yer alıyor ve mesafeler hayli uzun.
Bugünkü seyrimiz akşam 21 itibari ile 72 mil olarak sonlanıyor, hemen şehir merkezine yani Korfu (Kerkira)’a gidiyoruz. Bu marinadan, uzaklığı nedeni ile ancak taksi ile ve standart ücret 20 euro ile şehre ulaşım mümkün. Şehir çok güzel, Sicilya-Taormina havasında ancak taksici Venedik benzerliğinden söz ediyor. Gece ışıl-ışıl, çok hareketli, mutlaka görülmeli. Daha önceden Murat Kaptanın methini bildiği Rex Restauranta gidiyoruz ancak rezervasyonumuz olmadığından aynı sokakta başka bir lokantada lazanya, spagetti bolognez gibi İtalyan tarzı yiyoruz, yemeklerden herkes memnun kalıyor. Gece 24’te artık gücümüz kalmadığından tekneye dönüyoruz, yarın öğlene kadar buradayız.
Korfu
04.09.2017
Sabah teknede kahvaltımızı rahat rahat yapıp, Murat Kaptanı teknede bırakıp taksi ile Korfu merkeze gidiyoruz. Şehir gündüz ayrı bir güzel. Eski şehir ile yeni şehri birleştiren Fransızların yaptığı ağaçlıklı, geniş ve hareketli bir yaya caddesi var. Eski kale (Old Fortress) Bizans kalesi üzerine 15.yüzyılda yapılmış bir Venedik kalesi olup körfezin girişindeki burun üzerinde yer alıyor. Yeni kale (New Venetian Fortress), bazı yapıları 19.yüzyıla ait olup, eski şehrin fotoğraflarını çekmek için güzel bir açı sağlayan konumda. Saint Spiridon Klisesi ve Enosis Anıtının olduğu Enosis Meydanına yakın Venedik tarzı binalardan oluşan The Liston’da veya onun arka sokağında oturup kahve içilebilir ya da yemek yenilebilir. Korfu’nun çok güzel plajlarının olduğunu bilmekle birlikte vaktimiz olmadığından onları göremedik. Saat 16’da demir almak üzere tekneye dönüyoruz.
Korfu’dan manzaralar
Bu seyrimizde önce Korfu’nun yaklaşık 12 mil güneyine doğru Petriti’de yemek ve deniz molası verip, gece seyri ile sabaha karşı Levkas Kanalından geçip Meganisi adasına ulaşmak istiyoruz. Rüzgar 120 dereceden geliyor, sadece genova yelkenle zaman zaman motor çalıştırarak akşam 20 sularında Petriti’ye varıyoruz. Açık koyda demiri funda ediyoruz ancak deniz dalgalı, hava kararmış olduğu için girmiyoruz, çok yalpalı teknede fesleğenli makarnadan oluşan akşam yemeğimizi ifa edip yola devam.
Petriti’den çıkışda Kavos (Levkimmi)’un bir burun gibi su altında uzantısı olan kumluklardan kendimizi kurtarmak için tam 90 derece anakaraya doğru yol alıp Levkimmi’yi geçince rotayı güneye çevirip genovayı basıyoruz. Açıkta da, yani anakara ile Korfu adası ve daha sonra Paksoi-Andipaksoi adaları arasındaki boğazda, rüzgar soğuk, deniz kaba dalgalı, özellikle zaman zaman bordadan vuran dalgalarla ciddi yalpalar yaparak, oldukça sarsıntılı bir seyir yapıyoruz. Hava açık, ay ışığı gökyüzünde parlıyor ancak denizi aydınlatmıyor, koyu siyah bir denizde hedefte hiçbir nirengi noktası göremeden sadece rotayı 134 derecede tutmaya çalışarak yol alıyoruz. Rüzgar zaman zaman yön değiştiriyor, genova da kendinden tremolalı gibi ona uyuyor. 2 saatlik vardiyalarla ikişer kaptanlık bir program yapıyoruz, geri kalanlar uyuyor.
05.09.2017
Yeni güne döndük. Andipaksoi ile Levkas kanalı arası yaklaşık 30 mil, biz Andipaksoi fenerinin künyesine göre 20 mile kadar görülebilen beyaz ışığını pupamızdan kaybolana kadar görüyoruz. Seyir sırasında önce Parga’nın sonra Preveza’nın şehir ışıkları uzaktan göz kırpıyor. Hızımız 4-5 knot civarında. Benim vardiyam 02-04 arasında, Murat Kaptanla birlikte. Nilgün mide bulantısından muzdarip, baktım uyuyor, onu vardiyaya kaldırmıyorum. Dümen tutuyorum, sarsıntılı ve yalpalı denizde rotayı sabit tutmak zor, otomatik pilota alıyorum, mükemmel çalışıyor. Navigasyon cihazı Levkas’a muhtemel varış saatimizi 7.52 olarak gösteriyor. Vardiyam bitince kamaraya geçip yatıyorum, teknenin her tarafından korkunç sesler geliyor, baş kamarası olduğundan tekne her kafa atışında şiddetli su akıntısı sesi, direkten gerilme sesi, iç kaplamalardan gerilime karşı direnme sesi ve nihayet neta edilmemiş şişelerden şangırtılar ve şişe kırılma sesleri birbirine karışıyor. Bir sancak bir iskele yalpaları arasında olabilecek en mümkün rahatlıkta uyuyorum.
Saat 7.52 olarak tahmin edilen kanala 7.10’da varıyoruz. Saat 8’de açılacak olmasına rağmen görevlinin iyi niyeti ile, bizim için, vaktinden önce açılan Levkas kanalından geçiyoruz, kanaldan geçince hava birden değişiyor, rüzgar hafifliyor, deniz sakinleşiyor, güneş yakıcı olarak parlıyor. Motor ile Nisos Levkas’ın doğusunda tatlı bir sabah seyri ile, bir zamanlar armatör Onasis’e şimdi ise bir Rus’a ait olan Skorpios ve Skorpidhi adalarını sancakta bırakarak, Levkas Kanalından yaklaşık 8 mil güneyde Meganisi adasının kuzey-doğu kesimindeki Abelike koyuna demir atıyoruz, yaklaşık 74 millik gece seyrimiz sonlanıyor. Etraf tekne dolu, bazıları burada gecelemiş, ayrılma hazırlığında. Koy havuz gibi, deniz suyu ılıman, herkes kendini denize atıyor, sonra müthiş bir kahvaltı. Bu arada pilot kitapta bahsedilen Meganisi’nin eşek arıları kahvaltımıza ortak olmaya çalışıyor. Koyun etrafında bazı inşaat faaliyetleri var, onların gürültüsüne rağmen uyku ve istirahat faslı ile gecenin yorgunluğu atılmaya çalışılıyor.
Saat 15 civarında Abelike koyundan, adanın kuzey batısındaki Vathi koyuna demir alıyoruz, amacımız burada gecelemek, çünkü pilot kitapta bu köy çok methediliyor. Ana yelkeni açıyoruz, genovayı açmaya niyetlendiğimizde bu mümkün olmuyor, daha önce yaşadığımız sorun nüksediyor. Bunun üzerine tekneyi aldığımız charter firması ile temas kuruluyor, yarın tekneyi tamir için geriye Levkas Marina’ya götürme kararı alınıyor. Rüzgar iyi, sadece anayelkenle 7 knot hıza ulaşıyoruz. Vathi limanı oldukça kuytuda kalıyor, navigasyon rehberliğinde koyun girişine gelene dek, uzaktan çok sevimli olan, köy gözükmüyor. VHF 72’den buradaki Odyseas Marina arandı ancak yer olmadığı bilgisi geldi. Buraya komşu, köyün kendi marinasına giriliyor ancak burada da yer olmadığı görüldü. Koyun çıkışında, Odyseas Marinayı geçtikten sonra, güneybatıdaki Karnayio Tavernasının pilot kitaba göre 25 demirlik yerine yönelidiğimizde bizden önce bir teknenin daha oraya yöneldiğini görüyoruz, nitekim son yeri ona verdiklerinden bize de dönmek düşüyor. Buralarda sanırım özellikle bu high season’da marinaları önceden arayıp yer ayırtmak ya da marinaya öğlen saatlerinde girmek daha uygun gözüküyor.
Daha batıdaki Spartakhori (Spiglia Limanı)’e yöneliyoruz. Koyun batı tarafındaki tepede konuşlanmış olan Spartakhori köyü uzaktan çok sevimli gözüküyor, hemen tepenin altında demir yerleri fark ediliyor. Yaklaşınca, demir yerinin ait olduğu Spillia Beach Taverna’nın sahibi Babis Koniradis, şişme sürat botunu artistik hareketlerle ve bir at akrobatı gibi ayakta, bir eli ile öndeki baş halatını tutarken diğer eli ile dıştan takma motorun yekesini yönlendirerek yanımıza geldi ve kardeşi Panos’la işlettikleri tavernada yemek koşulu ile pontona bağlanabileceğimizi bildirdi. Kabul ettik, kendisi ve oğlu yine akrobatik hareketlerle yardım ederek bizim teknemizi yüzer pontonun son ucuna dikey olarak kıçtan kara ettiler. Porto Spillia duş-tuvalet ve lokanta imkanı olan bir yer.
Hemen tavernanın arkasındaki asfalt yol ile merdivenlerden sonuncusunu tercih ederek dik bir yokuşla Spartakhori köyüne çıktık, buradan manzara müthiş, mutlaka görülmeli. Manzaraya hakim bir kafe var ama yer bulamadık, köy içinde dolaştık, yerel kafeler var. Bu arada kalispera dediğimiz bir orta-yaşlı buralı olduğunu ancak Avusturalya’da yaşadığını, tatile buraya geldiğini söyledi, zaten buradaki adaların daha çok Avusturalya’ya göç verdiğini internet bilgisi olarak edindik.
Aşağıda deniz kenarında Barbis’in yerinde biralarımızı içtik, akşam yemeğine devam ettik. Mükemmel pişmiş bir levrek ve çok güzel ahtapot ızgara ile mezeler yedik ancak bu bölgedeki en pahalı yemeğimiz oldu: 8 kişi 350 euro ödedik. Yemek dönüşünde yüzer ponton dalga ve rüzgar nedeni ile çok çalkantılı olduğundan yürümekte ve tekneye binmekte zorlandık, arada bir pontona oturarak bu traji-komik durumdan nasıl kurtulabileceğimizi düşündüğümüz anlar oldu. Pontonun korunaklı güney tarafına 90 derece kıçtan kara bağlı bir teknedeki tamamen kadın denizcilerden oluşan çakır-keyf Almanların eğlencesi olduk, biz pontona kapaklandıkça onlar habire bize bakıp kadeh kaldırdılar. Demir yerinin önü kuzey rüzgarına açık olduğundan gece de çok sarsıntılı ve rahatsız geçti.
Taverna Spillia’dan
06.09.2017
Sabah 06 civarında pontondan ayrıldık. Motorla saat 10 sularında Levkas kanalından geçerek marinaya ulaştık. Burada genova sarma halatını furlingin sarma mekanizmasına yönelten makaraya uygun açı verildiğinde sorun giderildi. Saat 12 civarında tekrar Levkas kanalından geçerek rotamızı İonia adalarının en büyüğü olan güneydeki Kefalonia (Nisos Kefallinia)’ya yönelttik. Motor-yelken, Skorpios ve Skorpidhi adalarını iskelede bırakarak ve Levkas adasındaki Nidri (Onassis’in memleketi imiş)’deki güzel plajları izleyerek, Levkas adası ile Meganisi arasındaki boğaza girdik. Bu boğazdan çıkınca yaklaşık 12 mil kadar açık denizde zaman zaman 25 knota ulaşan rüzgarda, orsada, teknenin maksimum hızı olan 9.1 knotu yakaladık, dümende Enis, bazen tutunmakta zorlanmaktaydı. İyice tehlikeli boyutta yana yatan teknede yelkenlere camadan vurarak daha güvenli bir seyre geçtik. Kefalonia ile İthaki adaları arasındaki boğaza (İthaki boğazı) girince rüzgar azaldı, motor-yelken devam ettik. Bu kanalda Kefalonia’daki ilk liman Fiskardho, köy limanın hemen kenarında çok sevimli ve güzel, hemen kordonda tavernalar gözüküyor. Ancak kapasite sınırlı olduğundan yer bulamadık, yine geç kalmıştık, yola devam. Yaklaşık 13 mil güneyde Eufimia ya da Same hedefimiz. 120 dereceden aldığımız zayıf rüzgarla ve motor takviyesi ile muhtemel varış saatimiz 19.30 gözüküyor. Vaktinde koya varıyoruz, koyun kuzey-batısında sancağımızda uzaktan Ay Eufimia ve önündeki marina dolu gözüküyor, zaman kaybı olmasın diye rotayı doğrudan Same’ye çeviriyoruz. Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini isimli kitabın konusunun geçtiği ve aynı isimli filminin çekildiği yer olan Same’ye vardığımızda son 2 yerden birini alıp kıçtan kara oluyoruz. Kordon boyu kafe ve tavernalar olan köyde limanda bir genel tuvalet olmadığını anlıyoruz. Şehir turu sonrası çok methedilen yerel üzüm roboladan yapılan şaraplardan alıyoruz: içimi fena değil ama olağanüstülüğü yok. Bir tavernada yemek yiyoruz, gece çok sakin ve huzurlu bir uyku oluyor.
Same (Sami)
07.09.2017
Saat 07’de limandan ayrıldık plajlarının güzelliğini öğrendiğimiz İthaka’nın koyları hedefte. Motorla yaklaşık 7-8 mil uzakta ilk mola yerimiz İthaka adasının güzel plajlarından biri olan Sarakiniko (Ormos Sarakiniko). Bizden önce gelmiş veya gecelemiş 7-8 tekne daha var, kenarda muhtemelen nudist plaj mevcut (tabelasını gördük). Burada deniz ve kahvaltı faslından sonra demir alıp ikinci mola yerimiz olan Skhoinos (Ormos Skhoinos) koyuna yola koyuluyoruz. Burası daha müstakil bir koy, bizden sonra bir tekne daha geldi, denizin rengi muhteşem yeşil-mavi. Burada da Deniz ve Ayten Hanımlar ile Enis’in yardımı ile karidesli-enginarlı ve iki çeşit mantarlı risotto yapıp yedik, robola şarabı içtik: mükemmel bir keyif.
Uzun bir moladan sonra motorla İthaka adasının yerleşim yeri olan Vathi (birçok adada Vathi var, vathi vadi demekmiş)’e doğru demir aldık, zira artık deneyim sahibiyiz: yer bulmak için marinalara öğle saatlerinde girmeliyiz. Saat 15.30 sularında İthaki’nin doğu yakasında çok korunaklı L şeklindeki bir körfezin sonundaki sevimli bir kent olan Vathi’ye varıyor ve uygun bir yere kıçtan kara oluyoruz. Burası demirleme imkanı geniş olan hatta alargada da kalınabilinen bir yer, havuz gibi. Kordonda U şeklinde koyu çeviren kafeler, restaurantlar dolu ancak ortalıkta insan yok, terk edilmiş hali var, sinema ve müzesi var ama kapalı.
Vathi (İthaki)
Akşam 18’de güneş batımını bir kafede campari içerek geçirdik, yemek teknede ve arabiata soslu makarna ile yerel şarap. Saat 22 civarında köye tekrar çıkıyoruz: terk edilmiş izlenimi olan köyden iz yok, marina tekne ile dolu, ortalık yerlisi ile çoğu tekneci turist kaynıyor, kahkalar havada çınlıyor. Bir kafede oturduk, 5-yıldız metaxa ile kahvelerimizi söyledik. Garson kız Türk olduğumuzu öğrenince kendisinin Arnavut olduğunu, bizim nezaketen Greek coffee diye sipariş ettiğimiz kahvenin Greek değil Turkish coffee olduğunu, bunu diğer müşterilere de her zaman böyle belirttiğini söyledi: ben onun yalancısıyım. Yine bir Türk dizileri muhabbeti başladı, bir diğer garson kız da Romen olduğunu söyleyerek bu dizi muhabbetine katıldı: artık bizim dizileri seyretmek, öğrenmek farz oldu. Velhasıl, neşeli ve son derece keyifli bir gece oldu. Artık uyku zamanı, yarın erken kalkmamız gerek, yolumuz uzun ve molalı olacak, tekneyi de 17 gibi marinaya ulaştırmamız lazım.
Akşam üzeri keyfi Vathi’den çıkış (‘exodus’ mu demeli?)
08.09.2017
Sabah kahvaltı için fırının açılması beklendiğinden erken avara olamadık, 8.30’u buldu, fakat adını da öğrenemediğimiz bir yortu nedeni ile bugün taze ekmek yok, dünkü ekmeğe razı olduk. Yolda yelken açtık ama hızımız 4 knotu geçmedi. Yaklaşık 6 mil kuzeyde İthaka adasının doğu yakasında Kioni Limanına saat 10 sularında vardık. Önü açık bir koy, çok sayıda tekne kıçtan kara olmuş, köy çok sevimli. Köyün kenarında küçük bir mendirek ve az kapasiteli liman gözüküyor, alargada da epeyce tekne var. Deniz ya hemen sığlaşıyor ya da kayalar var, alargada demir yeri bulmakta zorlanıyoruz. Kısa bir kahvaltı molası sonrası demir alıyoruz.
Kioni
Yeni rotamız Meganisi’nin Kato Elia (Ormos Kato Elia) koyu, yaklaşık 15 mil yolumuz var, anayelken ve genovayı açıyoruz. Rüzgar 12.5 knot, hızımız 5.5 knot. Rüzgar bazen kalıyor, motor takviyeyle 5.7 knota çıkıyoruz.
Kato Elia
Güneye inerken Meganisi ile Levkas adaları arasındaki boğazdan geçmiştik, şimdi kuzeye tırmanırken Meganisi’nin doğu yakasını kullanacağız. Rüzgar yetersiz ve 120 dereceden geldiğinden motor takviyesi ve sadece genova ile seyir yapıyoruz. Sarsmayan yavaş bir seyirle Levkas kanalına zamanında giriyoruz. Bu arada seyir rahat olunca gelsin biralar, çaylar, kahveler ve kekler…Bu arada Levkas Kanalında kurallara aykırı bir şekilde diğerlerini sancakta bırakarak zaman kazanmaya çalışan bir katamaran canımızı sıkıyor, ama sıramızı ona kaptırmıyoruz, yakıt depomuzu ondan önce tamamlıyoruz. Saat 17.30 itibari ile Levkas Marinada’ki yerine girip tekneyi ilgiliye teslim ediyoruz. Geceleme teknede olacak ancak tekneyi yarın 8.45 itibari ile terk etmemiz gerekiyor, bizim zaten Deniz-Fuat Tiniş’lerle birlikte saat 9’da Selanik (Thessaloniki)’e otobüs biletimiz var.
Bu arada önemini daha sonra anlayacağımız bir meteoroloji bilgisini Enis paylaşıyor: akşam yarın öğleye kadar sürecek fırtına ve yağmur geliyor. Pilot kitapta, bölgede Eylül 2011’de meydana gelen ve Vlikho fırtınası denen hava olayında, Levkas’dan karadan yaklaşık 22 km güneydeki Vlikho’da, 40-50 knot güneyli rüzgarın demirdeki teknelere bile hasar verdiği, bazılarının alabora olduğu yazılıyor.
Akşam Levkas şehrinde dolaşıyoruz, akşam saatlerini sahilde alkolü damla ile konulmuş aperollerimizi yudumlayarak geçiriyoruz, ekibin en genç üyesi Enis’in 22.yaş gününü mütevazi bir pasta ile kutluyoruz.
Levkas ve yorgunluk atan ekibimiz
Bu arada uzaktan siyah bulutların yaklaştığı görülüyor ama önemsemiyoruz. Murat Kaptan teknenin açık bırakılmış lumboz ve heçleri kapatmak üzere tekneye dönüyor. Onun geri gelişi ile lokanta arayışına giriyoruz. Saat 21.30 suları ve her yer kalabalık, lokantalarda yer yok. Gündüzün sessiz-sakin Levkası gitmiş. Sahilde daha önce denediğimiz pizzacıda yer buluyoruz, bu arada tek tük yağmur damlaları düşüyor. Deniz-Fuat Tiniş’ler yürüyüşe çıkıyor bizler tekneye dönüyoruz, ben çok yorgunum, hemen yatıyorum, Nilgün de beni izliyor. Bu sırada yağmur bindiriyor. Fakat bir süre sonra rüzgarın şiddeti artıyor, teknenin her tarafından çatırtılar ve rüzgarın çok şiddetli uğultusu geliyor, anlatmak mümkün değil. Direklerin sallantı, teknelerin birbirine sürtünme seslerinin şiddeti giderek artıyor, tonoza rağmen baş nerdeyse 40-45 derece salınma hareketi yapıyor. O kadar yorgunum ki bunca şeye rağmen derin uyumuşum. Sabah olayın vehametini idrak etmek ancak mümkün oluyor. Gece 45 knota ulaşan rüzgar (tıpkı Vilkho fırtınası gibi) bir teknenin yarı açık kalmış yelkenini yırtmış, karşıdaki binanın çatısını uçurmuş. Tuvaletin açık kalmış heçinden bizim tekneyi su basmış, Fuat bey o suyu gece yarısı nasıl tahliye ettiğini, yürüyüş dönüşü iki adımlık yerde nasıl ıslandıklarını, rüzgardan ne kadar zor yürüdüklerini anlatıyor. Neyse ki tonoz halatları kopmamış, bir felaket oluşmamış. Küresel ısınma nedeni ile istikrarsız havaların yol açtığı aşırı sıcakların ve rüzgarın ani yön değiştirmelerinin sorumlu tutulduğu bu hava olaylarına açık denizde veya korunaksız yerlerde yakalanmamayı diledim. Yağmur akşamki halini yitirmiş, ara ara tek tük atıyor. Ayrılma zamanı. Maestro Murat Kaptan’a ve Ayten Kaptana yaklaşık 250 millik seyirde, bilgi ve deneyimlerini paylaşımları ve dostlukları için çok teşekkürler (onlar kalıyorlar)…
Otobüs terminali marinaya yakın, yiyecek içecek ve tuvalet imkanı var. Otobüs Setra marka, çok yeni değil ama konforlu, tam 9’da Selanik’e gitmek üzere kalkıyor. Ön sırada yerimizi alıyoruz, yol ilk 70-80 km tek şeritli ancak sonrası tamamen kaliteli otoyol. Dağlar arasında çok güzel köyler görerek, yeşillikler arasında yol alıyoruz, sonra da Vardar Ovası (Axios) meyve bahçeleri ile müthiş manzaralar gösteriyor. Arka koltuğumuzda oturan çiftten erkek olan eğilip kendini tanıtıyor, 30 yıldır Hollanda’da yaşayan bir Türk’müş, Levkas’da teknesi varmış, bir süre tekne muhabbeti yapıyoruz. Bize Amsterdam yakınlarında Enkhuizen denilen yerde bir iç deniz olduğunu, rüzgarın burada istikrarlı bir şekilde 4 şiddetinde olduğunu, yelkencilik açısından çok keyifli kasabalar ile çevrili olduğunu ifade ederek burayı tavsiye etti. Tam 5 saatte, saat 15’de rahat ve keyifli bir yolculukla Selanik’teyiz. Garajdan taksi ile otelimize gidiyoruz, bu sırada açık olan Yunan radyo kanalında Türkçe bir şarkı çalıyor. Şöför bu Fransızca mı diye sorunca Türkçe olduğunu söylüyoruz, bize enteresan geliyor. Eşyaları otele bırakıp hemen Atatürk’ün Doğduğu Evi ziyarete gidiyoruz. Pazartesileri hariç hergün 17’e kadar açık olan müze-ev Türkiye Konsolosluğunun alanı içinde. Bahçede Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin diktiği nar ağacı (tabii ki esas kökün yanından fışkıran genç ağaç) duruyor.
Bir tarihin başladığı evin önünde
Evin içinde Atatürk’ün az miktarda şahsi eşyaları dışında eşya yok. Doğduğu oda ve bir süre yaşadığı mekanı görmek insanı duygulandırıyor. Ev çağdaş müzecilik anlayışı ile daha bir yaşanmışlık katılarak daha iyi düzenlenebilirdi diye de aklımdan geçiyor, inşallah bundan sonra olur. Roma-Bizans ve Osmanlı dönemi bazı kalıntılar arasından geçerek kordona iniyoruz. Selanik’in iç kesimleri dar sokaklar ve kalitesiz 5-6 katlı binaları ile bizim çarpık kentleşmiş mekanlarımıza benziyor. Ama kordona inince bambaşka bir Selanik var. Benzettikleri kadar var, İzmir’i andırıyor. Bir kafede kahve ve tatlımızı yiyip kordon boyu yürüyoruz. Avrupa kentlerinden farksız. Bu arada polis çokluğu ve helikopter geçişleri dikkatimizi çekiyor. Tekrar merkeze döndüğümüzde hava kararmak üzere idi, bu sırada kordon boyu yürüyen, slogan atan kalabalıkları görünce polis çokluğunu anladık: Çipras’ı protesto ediyorlarmış, ancak medeni bir şekilde yürüyorlar, ne camlar kırılıyor, ne arabalar yumruklanıyor, ne de polis müdahale ediyor: Demokrasi herhalde böyle bir şey... Bu arada Gökhan-Enis Demirer arabaları ile Selanik’e ulaşmışlar, kordonda bize katılıyorlar. Yemek için kordonun liman tarafındaki Ladadika bölgesini tercih ediyoruz.
Kordonda kahve keyfi Ladadika’da akşam yemeği
İstanbul’un Nevizade’sini hatta daha çok Kumkapı’sını andıran Ladadika’da bir tavernanın sokak masalarına oturup çok iyi mezelerle çok da ucuza karnımızı doyurup ouzolarımızı yudumluyor ve böyle keyifli geziler ve en önemlisi, kolayına rüzgarlı nice rotalar diliyoruz. Uyumlu ve güzel dostlukları ile Deniz-Fuat ve Gökhan-Enis Kaptanlara çok teşekkürler…Bu arada, sevgili eşim Nilgün’e de ekstra bir teşekkür: Onu güçten düşüren artritine ve yan etkisi çok, kullandığı ilaçlarına rağmen, böylesine zorlayıcı seyirlerde beni yalnız bırakmadığı, ayrıca katılımcı olup keyif de aldığı için…
Sabah dönüş vakti…
Prof.Dr.Emin Yıldırım