BİR ADRİYATİK SEYRİ
25 Eylül 2015 Cumartesi günü öğle saatlerinde Zagreb havalimanında bizi yağmur karşıladı. Sezonun sonuna yaklaşıyorduk, yağmur normaldi ama gene de moralimizin biraz bozulmadığını söylemek yalan olur. Gün boyu Zagreb’in güzelim eski şehrinde dolaşırken, ince bir yağmur peşimizi hiç bırakmadı dense yeridir.
Ertesi gün özel transfer aracımızla (bu konuda Tuna Kaptan’a teşekkür borçluyuz) tekneyi teslim alacağımız Zadar’a doğru yola çıktığımızda da benzer hava koşulları vardı. Zagreb’i Zadar’a bağlayan yaklaşık 280 km’lik otoyolda Hırvatistan’ın yüksek merkezi bölgelerini kıyı şeridine bağlayan 6-7 tane uzun tünel bulunuyor. Kapalı ve zaman zaman yağmurlu bir havada çıktığımız yolculukta her tünelden geçişimizde hava sıcaklığının adım adım yükseldiğini görüyorduk. Sonuncu tünelden çıktığımızda deniz ve güneşi aynı anda gördük. Yağmur bitmiş, hava sıcaklığı 19-20 dereceye ulaşmıştı.
Planımız tekneyi teslim aldıktan sonra alışverişi olabildiğince çabuk halledip tekneye yerleşerek aynı gün içinde marinadan ayrılmaktı. Zadar’da bizi karşılayan ve bize harika bir cevapcici ziyafeti çeken sevgili Egemen, hayatımızı da olağanüstü derecede kolaylaştırdı, kendisine buradan açıkça teşekkür ediyoruz. Alışveriş yapıldı, Egemen’in arabasıyla taşındı ve tekneye de yerleşildi ama bizden kaynaklanmayan, teknik nedenlerle o gecede Zadar’da, marinada kaldık. Baş manevra pervanesinin motoru arızalıydı, onarılması uzadı ve karanlığa kalma olasılığı belirdi. İsteksizce seyre ertesi gün çıkmaya karar verdik. Ama bu arada Zadar’ın eski şehrini gezip deniz kıyısında harika bir fikirle yapılan deniz orgunun sesini dinlediğimizde moralimiz yerine gelmişti bile.
27 Eylül Pazar günü rotamızı İst adası olarak belirlemiştik. Bu küçük ada, uğramak istediğimiz adaların en kuzeyde olanıydı. Daha kuzeyde de adalar vardı ama mesafeler artıyor, etkili rüzgâr ve dalgayla yapılacak seyir gereksiz uzuyordu. Bu arada, Dalmaçya’da korkulan bora rüzgârından (Hırvatlar “bura” diyor) söz etmek gerekir. Bizdeki poyraz rüzgârının bir benzeri ama çok sert esiyor, fazla uyarı vermeden geliyor ve kılavuz kitaplarda ürkütücü hikâyelere konu oluyor. Adaların rüzgâr altı taraflarında coşabileceğini, büyük denizler kaldırabileceğini biliyoruz.
Marinadan çıkıp yelkenleri bastık ve İst adasını pruvaya alıp (henüz görünürlerde yoktu) 23-24 millik sancak kontra seyrimize camadan vurulmuş yelkenlerle başladık. Giderek şiddetini arttıran rüzgâr ve hatırı sayılır ölçüde kabaran dalgalarla İst-Molat kanalının girişine ulaştık. Kanaldan dikkatle girerek yelkenlerimizi sardık ve Siroka Uvala’ya (beyaz koy) girdik. Gerçekten beyaz kayalıklarla çevrili, dibi de beyaz kum olan, sığ bir koy. Köy iskelesinde, bizden önce gelmiş olan teknenin yanına, iki tane tonoz alarak kıçtankara olduk.
İst, üzerinde iki ayrı koya bakan, seyrek yapılaşmış tek bir köy bulunan bir ada. Akşam yemeğimizi köyün açık olan tek lokantasında yedik. Sezon bitmiş olmasına rağmen bizden sonra iskeleye gelen dört, alargadaki tonozlara bağlanan iki tekne ile birlikte gene de altı-yedi tekne olduk. Yazın burada nasıl yer bulunabilir, bilmiyorum.
Bora bütün gece çılgınca esti. Son derece sağlam bağlı olduğumuz halde çoğunluk tedirgin bir uyku uyuduk. Her seferinde “tamam, bu sefer bimini tente kopup uçtu” diyerek gece boyunca üç-dört kez güverteye çıktım. Uçan ya da kopan bir şey yoktu ama rüzgâr teknede öyle vahşi sesler çıkarıyordu ki, deliksiz uyku mümkün değildi.
Sabah uyandığımızda rüzgâr hala esiyordu. Güzel bir kahvaltının ardından palamar çözmeye hazırlandık. Bizden önce alargadaki tekneler seyre çıkmıştı bile. Yakın bir adaya gitmeyi hedeflemiştik: hemen güney-doğumuzda bulunan Molat adasının Lucina koyu uygun görünüyordu. Molat’ın rüzgâr altından camadanlı yelkenlerle süzülüp Bonaster burnunu döndüğümüzde şirin köyü gördük. Yarım saat kadar sonra da köyün geniş ve ferah rıhtımına kıçtankara oluyorduk. Biz geldiğimizde rıhtımda bulunan iki-üç tekne de çıkınca rıhtımda tek başımıza kaldık. Burada dün geceki rüzgârdan eser yoktu. Adada yapılan bir turdan sonra sıcaklayan ekibin yarısı burada denize girdi.
Akşamüzerine doğru teknede buradan ayrılıp yeni bir yer görme havası ortaya çıktı. Dugi Otok’un (uzun ada) en kuzeyinde Veli Rat köyünde bir marina var. Oraya gitmeye karar verdik. Palamarlar ve tonozu çözüp Lucina’dan ayrılarak Dugi Otok’a geçtik ve sığlık fenerlerinin arasından dikkatle seyredip Veli Rat marinaya ulaştık. 40-50 metre olan derinlikler birkaç yüz metrede üç-dört metreye düşüyor. Dalmaçya’nın bu bölgesi zaten çok sığ, son derece dikkatli olmak gerekiyor. Veli Rat 100-150 teknenin bağlı olduğu, küçük bir marina olsa da sıcak duş olanağı müthişti. Su, adalardaki en büyük sorun. Bu marinadaki görevli, biriktirilen yağmur suyu yetmediğinde Zadar’dan teknelerle su getirildiğini anlattı.
Küçük köyü dolaştıktan sonra gene köyün açık olan tek pizzacısını bulup pizza yedik. Rüzgâr hırsını almış gözüküyordu. Bütün gece estiyse de rahatsız etmedi. Güvenli bir marinada olmanın rahatlığıyla olsa gerek, deliksiz uyudum. Veli Rat, yaklaşık 24 mil uzunluğundaki Dugi Otok’un en kuzeyindeki köy. Yedi-sekiz köyün olduğu bu adada köyler arasında düzenli otobüs seferleri var.
Ertesi sabah Veli Rat’tan ayrılıp gene sığlıklara dikkat ederek birkaç mil kuzey-doğuya çıktıktan sonra Dugi Otok’u sancağımıza alıp güney-doğuya döndük ve Zverinac kanalından iskele kontra seyre başladık. Zaman kısıtlı olduğundan Bozava gibi birkaç güzel koyu pas geçip Brbinj’e ulaştık. Önce güneydeki güzel koya girdik ama köy doğal güzelliğine ve yapıların şirinliğine karşılık o kadar ıssızdı ki, yanlış yere geldiğimizi düşünüp geri dönerek, gelirken feribotun girdiğini gördüğümüz kuzey koyuna girdik. Düş kırıklığı. Evet, feribot iskelesi burada ama başka da bir şey yok. Güneydeki koy, doğru yermiş. Fazla yapacak bir şey yok, dönüp tekrar güney koya girmek artık zaman kaybı olur. 4 metreye demir atıp biraz dinlendik, ekibin bir bölümü burada da denize girdi ve buranın suyunu pek beğendiler.
Öğleden sonra demir alıp güneye, 11-12 mil uzaklıktaki Sali köyüne yelken açtık. Son derece güzel rüzgârda 7-8 knot hızlara ulaşan tekne, bir buçuk saat sonra Sali önlerine geldi. Yelkenleri sarıp içeriye girerek, kalabalık teknelerin arasına biz de kıçtankara olduk. Tam zamanında gelmişiz, bizden sonra gelenler biraz zorlandılar yer bulmakta. Sali’de 15-16 kadar tekne vardı. Bizim akşam yemeği yediğimiz restoran çok kalabalıktı. Burada bir de Türk’le tanıştık. Akşam dondurma yemek üzere koyun dibinde bir Contes Gelateria adlı kafeye oturduk. Bir süre sonra arkadaki masalardan birinden, “Siz Türkçe mi konuşuyorsunuz?” diye bir soru geldi. Arka masalardan birinde arkadaşlarıyla konuşan 40-45 yaşlarında bir Türk. Bu kafenin sahibi. Adaya 5-6 yaşlarında gelmiş ama Hırvatistan doğumlu. Osmanlı Türklerinin Hırvatistan’daki temsilcilerinden. Hayatından memnun görünüyordu. Otok adasını, Sali köyünü evi bellemiş. Geç saatlerde vedalaşarak tekneye döndük. Yarın Otok’u terk ediyoruz.
30 Eylül sabahı çok acele etmeden Sali’den ayrıldık. Biz çıktığımızda rıhtım neredeyse boşalmıştı bile. Bugünkü hedefimiz Kornat adasının kuzeyindeki Donji Statival koyu. Burası Kornat adasındaki en güvenli demir yeri olarak anlatılıyor kılavuz kitapta. Birkaç saatlik kısa ama güzel rüzgârlı bir yelken seyrinden sonra koya ulaştık. Etrafı çamlarla çevrili, dibi kum, güzel ve iyi demir tutan bir koy gerçekten. Koyun dibinde birkaç ev görünüyor. Milli park görevlilerinin evleri ve ofisleri olsa gerek.
Kornati adaları, irili ufaklı sayısız adacıktan oluşan, milli park statüsünde olan bir bölge. Tamamını gezmeye kalksanız haftalar, belki de aylar sürer. Bu kısa gezide ancak birkaç adaya ve o adaların bir koyu ya da limanına uğrayabiliyoruz. Tadımlık.
Statival koyunda deniz çok güzel olmasına karşılık, gördüğümüz koyu renkli, iri denizanaları nedeniyle denize girme hevesimiz kursağımızda kaldı. Olsun. Güzel bir yerdeyiz. Deniz sakin, hava güneşli ve ılık. Üstüne üstlük Doktor Emin bey bize bir de şahane risotto yaptı mı? Güzel bir şarabımız da vardı risottoya eşlik eden. Keyfimiz son derece yerinde ama burada gecelemeyeceğiz. Yakında, 5 mil kadar kuzeydoğumuzda Zut adası var, orada bir de marina görünüyor haritada, Uvala Pdrazanj adlı koyda. Hırvatistan’da bir zincir marinalar grubu var, ACI marinaları. En kuzeyden en güneye kadar 20-25 ACI marinası var ve biri işte bu Zut adasında.
Çok güzel bir yelken seyriyle, orsalayarak ve birkaç tramola atarak Zut adasının kuzeyinden dolanıp güneydoğuya dönerek Luka Zut adlı büyük koya girdik. Yelkenleri sardıktan sonra etrafımıza şöyle bir baktığımızda sancakta marinayı, karşımızda ise birkaç teknenin bağlı olduğu bir başka iskeleyi gördük. Marina çok hareketsizdi, karşıya gitmeye karar verdik. Tipik bir restoran iskelesi bizim Göbün veya Boynuzbükü’ne benzeyen, ama burası daha örgütlü. Kıçtankara olmamıza yardım edildi, tonoz halatı verildi. Bordadan esen sert rüzgâra rağmen sorunsuz yanaştık. Festa restoranın iskelesiymiş. Yemek yerseniz bağlama parası yok, yemezseniz marinanın bağlama parasına yakın bir para ödüyorsunuz. Yaklaşık 400 kuna. Yer misin, yemez misin? Elbette yersin ve çok da iyi edersin. Kıyasıya pazarlıkla bir kalkan balığı sipariş ettik ama sebzelerle fırınlanmış bu balığı yerken iyi ki buraya gelmişiz dedik. Pahalıydı, evet, ama fiyatını son kuruşuna kadar hak ettiği konusunda hemfikir oldu bütün mürettebat.
Gece rüzgârlıydı ama tonozumuz sağlam, neşemiz yerindeydi. Teknede yaptığımız muhteşem sabah kahvaltısını takiben kıyı boyunca yürüyüşe çıkıp marinaya gittik. Çok derli-toplu, sade, gidilesi bir marinaymış. Yani, buraya da gelebilirmişiz dedik ama o balığı burada yiyebilir miydik, bilmiyorum? Gitme vakti geliyordu, teknemize döndük. Keyfimizi yandaki fotoğraf ölümsüzleştiriyor.
Artık yavaş yavaş kuzeye dönme zamanı gelmişti. Bugün, 1 Ekim 2015 ve hedefimiz Pasman adasının Uvala Soline koyu. Buradan da kılavuz kitapta “sitayişle” bahsediliyor. Koydaki demirlemeye uygun bütün noktalara şamandıralar atılmış. Demirlemiyor, bu şamandıralara bağlıyorsunuz, eğer boş şamandıra yoksa o zaman demirleyebiliyorsunuz. Ama ister demirleyin, ister şamandıraya bağlanın, gecelerseniz para ödüyorsunuz. Bizim niyetimiz zaten gecelemek değildi, sadece uğrayıp göreceğimiz bir mola noktasıydı. Sezon sonu olması nedeniyle çoğu şamandıra boştu, en güzelini seçip bağlandık. Tabii ki denizin davetine kayıtsız kalamadık. O malum dörtlü buranın denizinin de tadına baktı ve doğrusu pek beğendik. Tavsiye ederiz.
Öğleden sonra demir alıp kuzeybatıya yelken bastık. Yolumuz yaklaşık 18-20 mil, hedefimiz Ugljan adasının en kuzeyindeki Muline koyuydu. Pasman adasını sancağımıza alıp güzel bir rüzgârla apaz seyri yaparken Ugljan-Pasman adalarını bağlayan köprüyü uzaktan gördük. Bu köprünün yüksekliği sadece 16 metre olduğundan teknemizle altından geçmek mümkün değil ve bütün kiralık teknelerin gözle görünen yerlerine bu uyarı konmuş.
Ugljan adası da uzun bir ada. Güneyindeki balık çiftliklerinin açığından giderek azalan rüzgârla kuzey ucunu bulup Muline koyuna girdik. İskelede tekne gözükmüyor, bütün tekneler alargada sanki. Elektronik haritada iskele civarının derinliği 1 metre gibi gözüküyor. Acaba? Bu kadar büyük ve donanımlı iskelenin yakınında deniz bu kadar sığ olabilir mi? Neyse, ağır yolla dikkatle yaklaşırken iskelenin üzerine gelen birinin bir tonoz halatı tutmasıyla derinliğin uygun olduğu ortaya çıktı. Gerçekten derinlik 3,5 metre kadardı ve yeterliydi. Sorunsuzca kıçtankara olduk. Hemen iskelenin dibindeki restorandan gelen bir kız – ki sonradan garson olduğunu anlayacaktık – restorana gelip gelmeyeceğimizi sorup “elbette” cevabını aldığında çok sevindi. Gerçi ayağımızı sürümüşüz, vakit geç olmasına rağmen bizden sonra dört tekne daha geldi ve restoranın müşteri sorunu bitti, müşterilerin servis sorunu başladı. Balıklarımızı ancak bir buçuk saat sonra yiyebilecektik. Yürüme mesafesinde merkezi bir yer bulma arayışlarımız sonuçsuz kaldı, tekneye döndük.
2 Ekim Cuma günü palamar çözüp Ugljan adasının kuzey ucundan dönerek tekrar güneydoğu yönünde seyre başladık. Yelken açmak için yeterli rüzgâr olmadığından motor seyri yaptık. Hedefimiz sadece 6-7 mil uzaktaki Sutomiscica koyuydu. Burası son uğrağımız olacak, akşam marinaya dönüp tekneyi teslim ediyoruz. Sutomiscica güzel bir koy (ve köy), bir marinası da var ama oraya girmeyeceğiz. Alargada kalırsak kıyıya çıkmak da zahmetli olacak, onun için köyün iskelesine bağlanmaya karar verdik. Uygun olan rüzgâr altı tarafı gelebilecek olan feribota bırakıp birtakım yüklerin olduğu rüzgâr üstü tarafına aborda olduk. Herkesin görebileceği şekilde iskelenin feribota ait olduğu yazılıydı bir tabelada. Önce köy keşfedildi, açık havada liman manzaralı kahveler içildi sonra tekneye dönüldü. O üçlü ( bu kez ben yoktum) yine denize girdi. Dönüşte Gönül kaptanın hazırladığı nefis menemen ve makarnayı yedikten sonra palamarları çözüp karşı kıyıdaki Zadar’a yol verdik. Önce mazot iskelesine bağlanıp depomuzu doldurduk, sonra da marinadaki yerimize ağır yolla kıçtankara olduk. Bu güzel seyri elbette kutlayacaktık, yanda görüldüğü gibi.
Teknemiz 2015 model bir Elan 45 idi. Tekne mürettebatı Gönül ve Tuna Aksel, M. Emin Yıldırım, Ayça ve İlhan Kesmez, Akif Yeşilkaya, Ayten ve Murat Alev’den oluşuyordu. Teknede bütün işler paylaşıldı. Harika sabah kahvaltıları ve öğle yemekleri hazırlandı. Özetleyecek olursak, bütün mürettebat olarak bölgeyi çok beğendik. Gezimizi “yenisine” diyerek noktaladık. Bu ekiple her yere gidilir. Paylaşımcı, dost, esprili ve çabucak kaynaşan bir grup oldu. Ekibin çoğu üyesi zaten önceden tanışıyordu. Bu ekiple daha çok seyir yapacağımızı hissediyor ve umuyorum. Bu adaları da bir başka ekiple belki yeniden gezeriz.
Tarih bir hafta-on gün erken olsaydı daha iyi olurdu, dedik ama yazı yüksek sezonda gelmek pek akıllıca olmaz çünkü herkes o dönemde buraların çok kalabalık olduğunu söylüyor.
Yeni ve başka sularda keyifli seyirlere.
Murat ALEV
LUMA Teknesi mürettebatı adına.