13 Nisan Cuma günü marinadan ayrılırken mazot iskelesine aborda olup market alışverişi yapıp marina ücretini ödüyoruz. Saat 10:00 gibi kapalı ve yağmurlu bir havada çıkıyoruz. Adaların arasındaki kanaldayız. Suyun rengi inanılmaz güzel. Etrafta volta atan çok sayıda yelkenli var. Slovenya’dan çıkarken 13 derece olan deniz suyu sıcaklığı buralarda 15-16 dereceye kadar çıktı. Ugljan ve Otok Pasman adalarının arasından Tribunj’a doğru seyrediyoruz. Zaman zaman 3 metreye kadar düşen sığlıklardan geçiyoruz dikkatle. Hedef Split ama bize epey yol kaybettirecek. Pilot kitabı incelerken 14. Yüzyıldan kalma Ragoznica adlı bir köy dikkatimizi çekiyor. Çok da hoş bir marinası var. Bu arada uzunca bir süre motoru kapatıp sadece yelkenle seyir yaptık. Hiç durmayan yağmur altında saat 17:00 gibi Ragoznica marinaya bağlandık. Ilgın ağaçları, lavanta ve zakkumlar arasında, doğal güzelliği çok fazla olan bir köy. Ayten hemen kayboldu, köyü gezmeye gittiğini artık herkes biliyor. Bizim hareketlerimizdeki yavaşlığa tahammül edemiyor. Ben de tekne yanaşınca suyu-elektriği bağlayıp, sonra sakin sakin oturup bir kadeh bir şey içmeyi seviyorum, zihnimden seyrin bir muhasebesini yaparak.
Akşam marinaya yakın Atrium restoranda deniz ürünleri yedik. Burada da lokanta sahibiyle “Yaprak Dökümü” muhabbeti oldu. Epey güldük. Marina ücreti 400 kuno+%25 KDV imiş. Akşam teknede maça kızı oynandı, nostalji yapıldı. Ragoznica’yı çok sevdik. Yeniden gelmeyi diledik ama yarıki hedefimiz de çok ünlü bir ada: Korcula. Ortaçağ şehri. Korsan yatağı.
14 Nisan Cumartesi günü sabah saat 08:10’da Frappa marinadan halatları fora ediyoruz. Korcula’ya kadar yaklaşık 80 mil yolumuz var. Zaman zaman motor-yelken, rüzgar zayıflayınca da motora kuvvet, hiç 7-7.5 knotun altına düşmüyoruz. İskelemizde Hvar, Sancağımızda Korcula adaları var ama her ikisi de çok uzun ve kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanıyorlar. Sanki iki dağ sırasının arasında bir vadide gibiyiz. Hedefimiz giderek belirginleşiyor ve sonra bir burnun arkasından bütün görkemiyle ortaya çıkıyor. Tam bir ortaçağ kalesi. Eski yerleşim yeri tam bir harika. Türkçeye çevirdiğim son kitabın (ilk romanım) bir kısmı da burada geçtiği için benim açımdan çok daha ilginç burası. Roman kahramanlarının koştukları sokaklarda dolaşıyoruz. Butik oteller, sanat galerileri, kafe ve restoranlar. Adada yaşayan en ünlü şahsiyet Marco Polo imiş. Burada bir de evi var, restore ediliyor. Akşam yemek yediğimiz restoranın adı da Marco Polo idi zaten. Üç masa olduğu için dışarıda şarap içerek masalardan birinin boşalmasını bekledik.
Marina ufacık, iskeleler beton. Yazın burada yer bulmak sanıyorum imkânsıza yakındır. Sabah erkenden kalkıp gündüz gözüyle bir kere daha dolaşıyoruz. Gerçekten olağanüstü bir yermiş.
15 Nisan sabah saat 9:00 gibi marinadan çıkıyoruz. Yelken seyrindeyiz. Hava kapalı ve yağmurlu. Rota, 75 mil uzaklıktaki Dubrovnik. En kısa ve güvenli rotayı chartplotter çizmiş zaten, otopilotla o rotada gidiyoruz. Güzel rüzgar olduğunda manuel dümene geçiyoruz, sonra yine devam. Güneş ara-sıra yüzünü gösteriyor, seviniyoruz. Dubrovnik 15 mil kala belirgin bir şekilde görünüyor. Görüldüğü kadarıyla marina şehirden epeyce uzak. Yüksek bir köprünün altından ve Arap şeyhlerine ait devasa yatların yanından geçip bir nehir ağzından içeri giriyoruz. Dört-beş mil kadar içeride, sağda tekne direkleri marinanın yerini gösteriyor. Saat 16:45.Girişte derinlik 4 metre. Hemen girişte iskele tarafa kıçtankara olmamız isteniyor. Problemsiz yanaşıyoruz. Pontonun arkasında çok güzel, büyük bir klasik yelkenli var. Tekrar yağmur başlıyor. Duşlar güzel. Su sıcak. Yol boyu kötü hava giysilerini üzerimizden çıkaramadığımız için sıcak su çok iyi geliyor. Buradan motor için yedek impeller ve V kayışı alıyoruz. Pahalı bir yer. Türkiye’den bunları yarı fiyatına alabiliriz ama ya yolda gerekirse?
Akşam eski şehrin girişinde çok güzel manzaralı bir restoran seçiyoruz. Aşağıda dalgalar kayaları ve kale duvarlarını dövüyor. Hava yağmurlu ve serin. Tekneye dönüyoruz. Bütün gece yağıyor.
16 Nisan sabahı kurşuni bir gökyüzüne ve yağmura uyanıyoruz. Bugün herhalde buralıyız. Gidilecek gibi görünmüyor. Yağmurun izin verdiği kadar Dubrovnik gezilip görülecek. Ne yazık ki günlerden pazartesi olduğu için “Maritime Museum” da kapalı. Şanssızlık işte. Dubrovnik eski yerleşimin merkezinde yağmur altında sokaklarda yürüyoruz. Sanırım güzel havada her şey daha farklı olabilirdi. Buna rağmen akşam hava karardıktan sonra yirmi beş-yirmi altı tekne geliyor. Yarışıyorlarmış. Hepsi Bavaria 46 model. Duşlarda sohbet ettiğim bir Slovak yarışçı, üzerindeki tişörtün çantasındaki kuru kalmış son giysi parçası olduğunu, burada yarışı terk ettiğini söylüyor. O gün otlde dinlenip sonra da ülkesine dönecekmiş.
17 Nisan günü Ayten uçakla Türkiye’ye dönmek üzere tekneden ayrılıyor. Mürettebat sayımız bir azalıyor. Valizlerini marina ofisine bırakıyor, vedalaştıktan sonra çıkış hazırlıklarına başlıyoruz. Mazot iskelesine aborda olmuş iki yarış teknesinin üzerine üçüncü tekne olarak aborda olup mazot tankımızı dolduruyor, sonra hızla akan nehirde avara oluyoruz. Marina ofisten bize verilen bilgiye göre Hırvatistan’dan çıkış yapmak için ana limana gidip gümrük binasının önüne aborda olmamız gerekiyor. Arap yatlarının etrafından dolaşıp ağır yolla ilerleyerek gümrük binasını buluyor, önüne aborda oluyoruz. Sürpriz! Karadağ yönüne ilerleyen yatlara buradan değil, 11 mil güneydeki Cavtat şehrinden çıkış verildiğini söylüyor. Yapacak bir şey yokmuş. Mecburen çıkıyoruz. Limandan çıkar çıkmaz bizi karşılayan iri dalgalarla boğuşarak hırçın kayaların etrafından dolaşıp yağmur altında Cavtat’a dümen tutuyoruz. Tıpkı Bodrum gibi iki koyu olan, küçük bir şehir. Sol taraftaki koyda küçük, balıkçı barınağına benzer bir yer var. Yağmur altında zar zor bir tekneye aborda olup karaya çıkıyor, resmi daireleri aramaya başlıyoruz. Tarifler diğer koyu işaret ediyor. Oraya vardığımızda gümrük yetkilisi yanlış yerde olduğumuzu, teknenin hemen binanın önündeki Q (karantina) rıhtımına gelmesi gerektiğini söylüyor. Aynen öyle yapıyor, gümrük ve pasaport polisinden Hırvatistan çıkışımızı alıyoruz. Teknede birer kap çorba içip yola koyuluyoruz ama saat de bu arada neredeyse 3 olmuş. Bugünkü hedefimiz Montenegro’nun (Karadağ) güneyindeki Bar şehriydi ama çok geç artık. Sancak kıç omuzluktan gelen büyük dalgalarla Kotorski Zaljev’in ağzına geldiğimizde buraya girmeye karar veriliyor. Kotorski Zaljev, en dibinde Dünya Tarihi Mirası unvanlı Kotor şehrinin olduğu, derin bir fiyort. 12 mil uzaklıktaki Kotor’a gidip bağlanmak 2 saat alacağı ve sabah da bize 2 saat zaman kaybettireceği için üzülerek Kotor ziyaretini iptal ediyor, girişin hemen karşısındaki Herceg-Novi barınağına girip bağlanıyoruz. Liman görevlisi giriş yapmak için 2 mil güneydeki Zelenika’da polis rıhtımını yanaşarak giriş yapmamız gerektiğini söylüyor. Karanlıkta istenen rıhtımı bulup aborda oluyor, formalite yerine getirildikten sonra tekrar Herceg-Novi’ye dönüp bağlanıyoruz. Hemen rıhtımdaki restorana kapağı atıyor, balık çorbası ve levrek buğulama ısmarlıyoruz. Moraller biraz bozuk gibi. Bütün gün yapa yapa 30 mil yol yapabilmişiz. Yarın uzun yol var. Erken kalkacağız.
18 Nisan günü 04:45’te saatim çalıyor. Çabucak giyinip Raif kaptan’la birlikte palamarları çözüp yola koyuluyoruz. Hedef, Arnavutluk’un en güneyindeki Vlores şehri. Orada Marina Orikum adında bir marina olduğunu kulaktan dolma öğrenmiştik Portoroz’da. 136 mil yolumuz var. Chartplotter varış saatini 20:30 olarak veriyor. Aslında riskli. Arnavutluk sularının tehlikeli olabileceği, haritaların güncellenmediği, fener ve şamandıraların düzgün çalışmadığı söylenir durur denizciler arasında. Fazla tedirgin olmamaya çalışarak, sancak kıç omuzluktan aldığımız rüzgar ve dalgalar eşliğinde motor-yelken ortalama 8 knot süratle 156 rotasına iniyoruz. Saat 10:30’da hala 90 mil yolumuz var. 13:40 sularında toplam yolun yarısını geçtik. Aslında sonradan toplam yolun, hesaplandığı gibi 950 mil değil, 1100 milden fazla olduğu da ortaya çıktı ama, neyse.
Arnavutluk girişi tam bir maceraya dönüşüyor. Su iyice bulanıklaşıyor, sığlaşıyor. Haritada gösterilen şamandıra da yerinde yok. Önce Vlores şehrine gitmemiz ve ülkeye giriş yapmamız gerekiyor. Ancak ondan sonra Orikum’a gidebileceğiz. Liman fenerleri yanmıyor, harita liman içinde birçok tehlikeli batık gösteriyor. Tam bir kâbus. Neyse, ticari limanı buluyor, telsiz yönlendirmesiyle usturmaça olarak traktör lastikleri kullanan bir römorköre aborda oluyoruz. Bütün işçiler ve gemiciler bize bakıyor. Hava çoktan kararmış. Bir sivil polis ve bir acente görevlisi tekneye geliyor. Polis içeri girip kamara ve dolaplara bakıyor. Acenteyle birlikte pasaportları alıp gidiyorlar. Teknenin Amerikan bayraklı olması, içindekiler Türk olsa da irkiltiyor onları besbelli. Aralarında “Amerikan teknesi” diye konuşuyorlar.
Tedirgin bir şekilde bir saat kadar bekledikten sonra bizim pasaportlar geliyor. 50 Euro acente komisyonu ödeyerek giriş-çıkış işlemlerimizi aynı anda yaptırıyor, rahatsız ve dalgalı limandan çıkıp marina Orikum’a yöneliyoruz. Marina pilot kitapta yok, chartplotter’ın haritasında yok. Ama var olduğu söyleniyor. Marina olduğunu düşündüğümüz yere doğru çok ağıt yolla yaklaşıyoruz. Neyse, şansımıza Mustafa bey’de i-pad var ve Google Earth’te hem marinayı hem de teknenin yerini görebiliyoruz. Sadece sabit yeşil fener var, kırmızı yok. Bu arada, kıyıdan bize doğru fener tutan bir görevlinin yardımıyla sığlık şamandıralarını iskelede bırakıp, karanın içine oyulmuş olan marina(!)nın iç iskelesinde, bize gösterilen yere kıçtankara bağlanıyoruz. Nasıl rahatladığımı anlatmam mümkün değil. Gecenin 12’sinde rakı sofrası donatılıyor. Raif kaptan hiç üşenmiyor. Eee, hak ettik bu ziyafeti.
Sabah erkenden çıkma planları yapıp, yatıyoruz. Yarınki hedefimiz Yunanistan’ın Korfu adasındaki Gouvia Marina. (Devamı var)