8 Eylül perşembe gecesi saat 02'de yollara düştük yine. Transfer aracımızın bizi ulaştırdığı Esenboğa'da ekibinin bir kısmıyla buluşup İstanbul Atatürk havalimanına götürecek uçağa bindik. Ekibin kalanıyla buluştuktan sonra bindiğimiz İstanbul-Catania uçağı bizi sabah saat 09:00 gibi Catania Fontanarossa havalimanına indirdi. Sicilya'da bizi parçalı bulutlu ama sıcak bir hava karşıladı. Ekip 10 kişi olduğundan bizi ve valizlerimizi alabilecek bir minibüs kiralamak üzere harekete geçtik. Çok fazla seçenek yoktu zaten. İlhan ve Necmi bir Fiat Ducato buldular ve iki günlüğüne kiraladılar (320€). Bu araç bizi o gün gezdirecek ve ertesi gün de teknenin bulunduğu Tindari bölgesindeki Portorosa Marina'ya götürecekti.
Minibüse doluşup önce yakındaki Etna yanardağına çıktık. Yukarıda gerçek bir sonbahar/kış havası hâkimdi. Aşağıda tişörtle dolaşırken burada hırkalar, kazaklar ortaya çıktı. Küçük kraterde dolaştıktan sonra pizza yiyip yerel Etna şarabı içerken soğuk ve yağmur nedeniyle iç mekâna kaçtık. Daha sonra aşağıya inip bu gece kalacağımız Taormina'ya hareket ettik. Kalacağımız Hotel Villa Bianca'yı bulup yerleştik. Otel yüksek bir yamaca kurulmuş olduğundan manzarası çok güzel gerçekten. Akşam teleferikle yukarı şehre çıktık. Şehrin sokaklarında dolaştıktan sonra yemeğimizi de orada yedik.
10 Eylül günü saat 10 sularında gene minibüsle ünlü Baba (Godfather) filminin Sicilya'da geçen sahnelerinin çekildiği Savoca Köyüne tırmandık ve "Bar Vitelli'de yerel tatlı cannolo eşliğinde kahve/Bira Morelli içtik. Artık tekneye gitme vakti. Otoyola çıkıp Messina ve Milazzo üzerinden Portorosa Marina'ya ulaştık. Deniz içeri alınarak etrafına villalar, otel, kafe ve restoranlar yapılmış olan çok büyük bir Marina. Bir ucundan diğerine yürüyerek gitmek neredeyse bir saat. Tekne 15:30 civarında teslim edildi. Yerleştik. Isabella bir Beneteau Cyclades 50.5.
Marina büyük olmasına büyük ama bizim anladığımız anlamda bir Marina değil, örneğin büyük bir alışveriş merkezi yok, iki nispeten küçük market var sosyal merkezde. Alışverişi üstlenen Ayça ve Ayten yakındaki köyün bakkalından alışveriş yapmayı seçmişler, birkaç saat sonra İlhan alışveriş poşetlerini olabilecek en yakın noktaya getirip Necmi ile aracı teslim etmeye Milazzo'ya gitti. Bugün seyre çıkamayacağımız çok net. Bir şeyler yiyip içmek için Marina kompleksinin alışveriş merkezine gidildi. İlhan ve Necmi de döndüler. Bu akşam Marina'nın açık olan tek restoranındayız akşam yemeği için.
11 eylül pazar sabahı kahvaltıyı takiben palamarları çözüp denize çıkıyoruz. Marina'nın çıkışına zaten oldukça yakınız. Dışarıda deniz sakin. Hedefimiz Aeolian adalarından en yakındaki Vulcano. Motorla seyrederken çıkan hafif batı rüzgârıyla önce ana yelkeni, sonra küçük cenovayı basıyor, bir süre motor-yelken gittikten sonra rüzgârın artmasıyla motoru kapatıyoruz. Teknenin devasa klasik ana yelkenini açmak için en az iki kişi gerekiyor. Tekne beş buçuk-altı knot yapıyor hedefe doğru. Dört saat kadar sonra Vulcano Ada'sının Porto Levante (Doğu Limanı)na girip koyun sol tarafına atılmış pontonda görevlinin gösterdiği yere kıçtankara oluyoruz. Ada'nın büyük kraterinin hemen dibindeyiz. Yamaçta bir noktadan duman tütüyor. Bu adada (doğal olarak) sıcak su kaynakları ve sıcak çamur banyosu var. Ekibinin büyük kısmı çamur banyosu aldıktan sonra denizdeki sıcak su kaynağının üzerinde yüzerek arınıyorlar. Duş ve tuvaleti olmayan, hatta çöpümüzü atmak için dört yüz metre yürüdüğümüz bu Marina'nın (!) gecelik ücreti 70€. Bizim standartlarımıza göre son derece pahalı.
Bu adanın sembolü kertenkele (geko). Biz de Geko Bar'da margarita içiyoruz. Ada'nın çeşitli yerlerine dağılan, bir bölümü de yerel araç kiralayıp yukarıları keşfe giden ekibinin toplanmasının ardından akşam yemeği saat 20:00 civarında yeniyor. Gelen-giden gemi ve hydrofoillerin yarattığı dalgalarla kimi zaman ciddi yalpaya düşen tekneye dönüp yatıyoruz. Ay, son dördün evresini geçmiş, her yeri ışığıyla yıkıyor. Havuzlukta güzel bir uyku çekiyorum.
12 eylül sabahı biz de çamur banyomuzu alıyor ve kahvaltıdan sonra ikinci adamız olan Panarea'ya doğru seyre başlıyoruz. Vulcano-Panarea arası 15 mil kadar. Hiç rüzgâr olmadığından motor seyri yapılıyor. Panarea'da yanaşma yeri sıkıntılı olduğundan hemen yakında bulunan Dattilo adasının Güneybatısında bulunan sığlıkta beş metre suda demirliyor ve kristal berraklığındaki suda yüzüyoruz. İki saatlik yüzme molasının ardından bu gece konaklayacağımız Salina Ada'sına doğru yol veriyoruz. Panarea-Salina arası ortalama 12 mil kadar. Salina'da demirlemeye uygun iki yer var: Santa Marina Salina ve güneydeki Rinella. Kılavuz kitaba uyarak Santa Marina Salina'yı seçiyor ve gün batmadan limanın güneyindeki Marina'ya giriyoruz. 30 kadar yelkenliyi barındırabilen Santa Marina'da gerçek bir Marina'da olması gereken duş ve tuvaletler var, gelgelelim sabah 07'de açılıyor, 21'de ise kapanıyor. Üstelik Marina ücreti de dudak uçuklatıcı bir rakam: gecelik 130€ hem de indirimli. Yaz sezonunda 150€ imiş. Bugüne kadar gördüğüm en pahalı marina 112€ ile Dubrovnik idi. Burası rekorumu açık ara kırdı.
Bu ada, belli ki seçkinlerin oturduğu bir yer. Tarzındaki farklılık, dükkân ve evlerden hemen anlaşılıyor. Büyük bir yer değil. Bir ucundan diğerine on beş-yirmi dakikada yürünüyor. En pahalı (ve en güzel mi?) akşam yemeğini de burada yedik. Büyük bir mendirekle korunan limanda, sakin denizde iyi bir uyku...derken sabaha karşı yüzüme düşen yağmur damlalarıyla yatağı-yorganı toplayıp içeri kaçıyorum. Yağmur da on dakika kadar çiseledikten sonra duruyor. Hemen arkamızdaki Volkan konisi sisler, bulutlar içinde. Yarınki hedefimiz, nispeten küçük olan Filicudi Ada'sı. Sabah güneş doğmadan uyanıp mendireğe çıktığımda sisler içindeki Stromboli'nin zirvesinde iki noktada kızarmalar görüyorum. Bunlar lav fışkırmaları olmalı. Kendimi çok şanslı hissediyorum.
13 Eylül sabahı kahvaltıdan sonra limandan avara edip sancağımızdaki burnu açıktan dönüp doğudaki Filicudi'ye doğru motorla seyre başlıyoruz. Bu seyirde rüzgârdan yana hiç şansımız yok. Rüzgar ya çok zayıf, ya da sıfır! Filicudi'ye kıyıya çok yakında denize atılmış mendirek taşlarıyla ne işe yaradığını anlayamadığım bir set yapılmış, kılavuz kitapta da dikkat edilmesi isteniyor. Yaklaşırken botla yanımıza gelen ormeggiore (liman görevlisi) kendisini takip etmemizi istiyor. Onu izleyerek kıyıya dik olarak atılmış yüzer pontonun sol tarafına kıçtankara oluyoruz. Açık denizden gelen iri soluğanlarla yalpaya düşen teknede pasarellamız ikide bir denize düşüyor. Bu mevsimde adada açık olan tek bar-restorana gidip dilim pizza yiyor, bira içiyoruz. Üstüne de elbette cannolo!
Bugün akşam yemeğinde teknedeyiz. Yarın sabah yolumuz uzun, Sicilya'nın kuzey kıyısında, yaklaşık kırk mil uzaklıktaki Cefalu'ya gideceğimiz için erken kalkıp sabah 06:00'da yola çıkacağız. Gece deniz biraz duruluyor.
14 eylül Sabahı 05:30'da Necmi, İlhan ve ben kalkıyor, yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Açık denizden esen hafif rüzgar tekneye sancak bordadan geliyor. Sancağımızda tonoza bağlı bir bot var, dikkatli olmamız lazım...derken, sancak palamarı ve tonozu atıp yol verdiğimizde iskele koltuk halatı pontondaki halkaya sıkışıyor, yol vererek bile sökemiyoruz. Mecburen tornistanla yeniden yanaşıyoruz, Necmi halatı söküp tekrar tekneye atlıyor. Burada baş pervanesinin çok faydasını görüyoruz. O olmasaydı sancağımızdaki botun tonoz halatının üzerine yüzde yüz düşmüştük. Buraya da 40€ ödüyoruz tuvaletsiz-duşsuz bağlama yerine. Duşlar iskele üzerinde hortumla alınıyor.
Olaylı da olsa çıktıktan sonra yaklaşık 200 derecede ve 40 mil uzaklıktaki hedefimize doğru oto pilotla seyre başlıyoruz.
Güneş yolda doğuyor, tam Lipari ve Vulcano adalarının arasından. Olaysız bir yolculuktan sonra saat 14:30 sularında Cefalu önlerine geliyoruz. Tarihi şehrin önünden bir tur atıp doğudaki Marina'da, görevlinin gösterdiği yere kıçtankara oluyoruz. Hemen arkamızda güzel bir kumsal var, orada denize girilebileceğini öğreniyoruz. Yüzmeye gidenler, denizin içinden çıkan soğuk su kaynaklarıyla çok eğlendiklerini söylüyorlar. Akşamüzeri toparlanıp yürüyerek şehre gidiyoruz. Eski şehir, dik yarların üzerine kurulmuş, dar sokakları ile tam bir Ortaçağ şehri. Yemeğimizi de bir lokantanın denize bakan terasında yedikten sonra tekneye dönüyoruz. Yine uzun yolumuz olduğundan sabah saat 04:00'te çıkmaya karar vermiştik ama yeni ve farklı sürpriz bir karar daha çıkıyor: gece seyri.
Burda da yine duş ve tuvaletsiz Marina'ya 75€ ödedikten sonra gece saat 24:00'te palamarları çözüyor ve 60 derece, 50 mil uzaklıktaki Lipari Ada'sına doğru yol veriyoruz. İkişer kişilik ekipler ikişer saat vardiya tutacak. Görülme uzaklığı 18 mil olan Cefalu feneri 17 mil uzaklaştıktan sonra gerçekten çakmaz oluyor. Şafak döktüğünde hedefe daha 12-13 mil var. Güneş yine Vulcano'nun hemen yamacından doğuyor. Lipari'yi iskelede, Vulcano'yu sancağımızda bırakıp iskeleye dönerek Lipari'nin Porto Pignataro Marina'sına giriyoruz. Yine duş ve tuvaleti olmayan bir marina. Şehre epeyce uzak. Şehri gezerken ekip bu kez de burada kalmayıp Portorose Marina'ya dönmek istiyor. Marina'ya 30€ ödedikten sonra saat 16:00'da palamar çözüyor ve 20 mil uzaklıktaki Portorose Marina'ya yöneliyoruz. Bir ara yelken açıyorsak da motorsuz yelken mümkün olmuyor. Saat 20:30 gibi yelkenleri kapatıyor ve Marina'ya giriyoruz. VHF Kanal 09'dan yaptığımız çağrılar karşılıksız kalıyor. Kendi imkanlarımızla yerimizi bulup yanaşıyoruz. Ekip duş yapıp rahatlıyor. Akşam yemeği teknede yeniyor.
16 eylül sabah erken kalkıp palamar çözüyor, mazot iskelesine aborda olup 92 lt mazotla depomuzu dolduruyoruz. Yerimize dönüp bağlanıyor ve tekneyi teslim ediyoruz. Öğleden sonra bir minibüsle Palermo'ya gidip otele yerleşiyoruz. Burada iki gece kaldıktan sonra ekip Catania Fontanarossa'dan Ankara'ya dönecek, bizse önce Napoli, sonra Ancona üzerinden Split'e geçip Hırvatistan eğitimine başlayacağız. Emin-Nilgün Yıldırım, İlhan-Ayça-Yağmur Kesmez, Necmi-Dilek Ünver, Nurçin Çelik’den oluşan ‘ekip’ başarıyla bu geziyi tamamlayıp, belgelerini aldılar☺ Kendilerine takım ruhuna gösterdikleri dikkat, ekip içerisindeki uyum için tekrar teşekkür ediyoruz.