İYON DENİZİ SEYRİ 2 (2017)
Çok güzel geçen ilk İyon Denizi seyrimizden hemen sonra, yeni bir grupla İyon Denizi adaları arasında bir eğitim seyri daha yaptık. Bu kez teknemiz bir Jeanneau 42, yol arkadaşlarımız ise Günay ve Deniz Mecnunoğlu ile Selva ve Murat Işıldak çifti idi.
Lefkas, Levkas ya da Yunanların verdiği adla Lefkada hem çok güzel bir ada, hem de İyon Denizi seyirleri için neredeyse ideal bir başlangıç noktası. Aslında Yunanistan'ın batısında yer alan İyon Denizi, kuzeyden güneye hemen hemen 140 deniz mili uzunluğunda olduğundan bir haftada her tarafını sindirerek gezme olanağı yok. Levkas adasını merkeze koyup, güzergahı Kuzey İyon Denizi ve Güney İyon Denizi olarak ikiye bölmek ve her birine bir hafta ayırmak en doğrusu. Hepsi birbirinden güzel adaların hakkını verebilmek bu bir haftalık sürede bile mümkün olmasa da, zaman kısıtlamalarımız daha fazlasına olanak vermiyor ne yazık ki.
Kuzey bölümü gezerken Paxos, Antipaxos ve Korfu adaları ile ana karada bulunan Plataria, Parga, Preveze ve Voniça koylarına demirlenebilir, güney bölümde ise Meganisi, Kefalonya, İthaki ve Zakintos adalarına daha uzun zaman ayrılıp bu adaların farklı köyleri ziyaret edilebilir.
Bu kez niyetimiz önce birazcık kuzeye çıkıp Preveze ve Voniça'ya uğramak, sonra güneye dönmek.
Tekneyi öğleden sonra saat 3 civarında teslim alabildiğimiz için cumartesi günü tekneye yerleşip, alışverişi tamamlayıp marinada kalmaya karar veriyoruz. Çıkış yarın.
10 Eylül 2017 Pazar günü sabah 09:45 sularında bağlı olduğumuz J pontonundan palamar çözüp saat 10:00'daki köprü açılışına yetişebilmek için hızla marinadan çıkıp kanaldan kuzeye yöneliyoruz. Tekneler tek sıra olmak zorunda çünkü karşıdan da trafik var. Önümüzdeki teknelerin çok yavaş hareket etmesi nedeniyle akıntılı kanalda tekneye hâkim olmakta zorlanıyorum ama yavaş da olsa açılmış köprünün yanından geçip önce sancağa, sonra iskeleye dönüp şamandıralarla işaretlenmiş kanaldan çıkıp kuzeye yöneliyoruz. Hedefimiz, yaklaşık 10 mil uzaklıktaki Preveze. Bu ad, tarihimizde önemli bir deniz savaşını hatırlatıyor ama Preveze deniz savaşı Preveze önlerinde değil, açıklarında yapılmış. O motorsuz, hantal yelkenli savaş gemilerinin bu sığlıkların arasından girip, iç denizde savaşa tutuşmuş olmaları uzak bir olasılık. Savaşan her iki taraf da bunu farkında olduğundan açıkta karşılaşmayı tercih etmişler. Ağır kalyonların çoğunlukta olduğu Haçlı Donanması rüzgârın azizliğine uğrayıp hareketsiz kalmış. Hafif kadırgaların hâkimiyetindeki Osmanlı Donanması ise kürek gücüyle üstünlük sağlamış. Buraları gördükten sonra bu savaşın kaydedilmiş ayrıntılarını yeniden okumak gerçekten çok ilginç olabilir.
Seyir bölgesi ve rotalarımız
Preveze'nin girişin hemen kuzey kıyısında yer aldığı, doğudan batıya 20 mil uzunluğundaki büyük iç denize şamandıralanmış bir kanaldan giriliyor. Şamandıralar ışıklandırıldığı için gece de girilebilir. Saat 12:30 gibi Preveze'nin geniş ve derin rıhtımına demir atarak kıçtankara oluyoruz. Rıhtım tenha sayılabilir. Karaya çıkıp dolaşmaya hazırlanıyoruz. Herkes serbest. Dönüş için zaman belirleyip Preveze sokaklarına dalıyoruz. Preveze, pek çok Yunan adasında görerek alıştığımız o birbirinin benzeri, güzel ve beyaz yapılardan oluşmuyor. Mimarisinde (mimariden söz edilebilirse tabii) tam bir karmaşa hakim. Önce kaleyi bulmak için içerilere yöneliyor, umudumuzu kesince tekrar kıyıya dönüyoruz. Dışarıdan zor fark edilen küçük kale de restorasyon amacıyla kapalı. Turistik kabul edilebilecek, topu topu birkaç dar sokaktan oluşan bölgede ise çok sayıda, iştah açıcı küçük lokantalar var. Aklımız sardalya ızgarada kalmıyor değil hani. Voniça’da gecelemeyi planladığımız için yola çıkmakta çok geç kalmamamız gerekiyor. Sakin bir kafede özgün Belçika birası yudumluyor ve tekneye dönüyoruz. Herkes gelmiş. Preveze’de görülecek çok yer olmadığı konusunda fikir birliğine varıyoruz.
Levkas ve kanalın kuzey çıkışı
Demiri kolayca alıp marinanın açığından geçerek yaklaşık 9 mil uzaklıktaki Voniça’ya yöneliyoruz. Etrafta büyük balık çiftlikleri göze çarpıyor. Zayıf rüzgâr nedeniyle motor seyrindeyiz. Geçen yıl Slovenya’dan tekne getirirken Preveze’nin karşı kıyısındaki Kleopatra Marina’ya uğramış ve bir gece kalmıştık. İşte o zaman burada tekne kiralama şirketi olan arkadaşımız Leo bizi akşam yemeğine Voniça’ya getirmişti. Hem Ayten hem de ben çok beğenmiştik gecesini. Atina’dan Levkas’a kara yoluyla gelirken aracımız da Voniça’dan geçince buraya denizden gelme arzum pekişmiş oldu.
Bizi tatsız bir sürpriz bekliyordu Voniça’da: rıhtım tıka basa doluydu ve teknelerin tamamı da uzun süre konaklayacak gibi duruyordu, aralarında neredeyse hiç kiralık tekne yoktu. Bize alarga yolu görünüyor gibiydi. Birkaç yüz metre kuzeye yönelerek köyün önündeki kumsalın açığında beş metreye funda ettik demirimizi ve karaya çıkma hazırlıklarına başladık. Bot güverteden denize indirildi, motoru takıldı. Tekneye ancak akşam yemeğinden sonra geri döneceğimiz için karaya çıkarken çantalar hazırlandı. İki postada karaya çıktık ve botumuzu kumsala çektik. Önce Venedikliler döneminde yapılmış olan kaleye çıkmak istiyorduk, tekneyle köye yaklaşırken çok güzel görünüyordu. Köyün içinden geçerek tırmanıp kapıya vardığımızda ikinci düş kırıklığı bizi bekliyordu. Kale pazar günleri kapalıydı ve bugün günlerden pazardı. Kaleden çıktığımız yoldan değil, deniz kıyısına ulaşan merdivenlerden inerken çamların arasında sıkı bir sivrisinek saldırısına uğradık.
Preveze ve Voniça
Voniça küçük ve sakin bir köy, kıyı boyunda yürüyüp bir uçtan diğerine ulaşmak ancak yarım saat kadar sürüyordu. Akşam yemeğimizi demirli teknemizin hemen karşısında, kumsalda masaları olan sevimli lokantada yemeye karar verdik. Ne zamandır düşündüğüm sardalya ızgara çok güzeldi, diğer mezeler de öyle. Akşam yemeğinden sonra tekneye dönüp sabah erken yola çıkacak şekilde hazırlandık. Önce motor yerine takıldı, sonra bot ön güverteye alındı. Gece sakin geçti ama hizmet akülerindeki voltaj düşüklüğünü de fark ettik.
Pazartesi sabahı saat 07:00 gibi demir alıyoruz. Hedefimiz tekrar Levkas kanalından geçip Meganisi adasına gitmek. Bu kez Günay kaptan dümende ve olaysız bir şekilde, kırmızı şamandıraları sancakta, yeşilleri iskelede bırakarak açık denize çıkıyoruz. Hafif rüzgârda cenovamızı açarak motor-yelken Levkas kanalının girişine yöneliyoruz. Karşımızda sert rüzgârın belirtisi olan koyu renkli bir çizgi beliriyor. Rüzgâr tekneye ulaştığında önce 10-12 knot olarak başlıyor, giderek 15-16 knotlara ulaşıyor. Yeniden kanala giriyor ve saat 10:00 açılışına yetişiyoruz. Rüzgâr giderek coşuyor, dar kanalda tekneye hâkim olmak giderek zorlaşıyor. Kafadan 20-22 knot rüzgârla kanaldan güneye doğru ısrarla seyir yapıyoruz. Karşıdan gelen onlarca tekneye karşılık biz üç tekne rüzgâra karşı gidiyoruz. Bu rüzgârla ve kaldıracağı dalgayla Meganisi’ye ulaşmamız giderek zorlaşıyor. Kanalın çıkışında açık denizden köpürerek gelen 3-3,5 metrelik dalgalar var. Ayten kaptanın sağduyusu galip geliyor ve geriye, Levkas Marina’ya dönmeye karar veriyoruz. Bir saate yakın sürede geldiğimiz yolu ters yönde neredeyse yirmi dakikada alıyor ve marinaya ulaşıyoruz. Ve sorun daha da büyüyor. Marina girişi, kıçtankara yanaşmaya çalışan yedi-sekiz tekneyle dolu. Sıramızı beklememizi işaret ediyor bottaki görevli. Beklemek, ama nasıl? 27-28 knotu bulan rüzgârda sürekli hareket halindeki tekneleri kollayarak ve rüzgar altına, manevra sahasının yetersiz olacağı noktalara düşmeden durabilmek gerçekten maharet istiyor. Tekne tornistanda çok zayıf, bunun sonucu olarak da dümen dinlemiyor. İstediğin yere değil, bambaşka bir noktaya doğru gidiyor. Son derece tehlikeli bir durum böyle bir rüzgâr altında ve manevra sahası sınırlı olan bir marinada. Neyse sıra bize de geliyor, işareti alıyoruz. Yerimiz rüzgar üstünde ve iskelenin hemen başında. Normal şartlarda deneyimli bir dümenci için çocuk oyuncağı olması gereken bir yer. Buna rağmen dört kez pas geçmek, vazgeçmek zorunda kalıyorum. İskelede birikmiş kalabalık endişeyle bizi izliyor. Sonunda yeterince uzaktan tornistana başlayıp baş pervanesinin de desteğiyle kazasız belasız yanaşıyoruz. Bir “oh” çekiyorum. Bu gece buradayız.
12 Eylül 2017 Salı sabahı marina ücretimizi ödeyip su depolarımızı yeniden doldurduktan sonra 08:00 civarında palamar çözüyor ve marinadan çıkıyoruz. Dünkü havadan eser yok rüzgâr anlamında ama gene değişen bir hava var, ara ara yağmur atıyor, değişik yönlerden hafif rüzgârlar esiyor. Bu kez Meganisi’yi iskelede bırakıp güneye doğru seyrederken çok güzel gökkuşakları görüyoruz. Kanalın en dar yerini geçer geçmez Levkas’ın batısından gelen güzel bir kuzeybatı rüzgârıyla yelken basıyoruz. İki tramolayla rota düzeltmesi yaptıktan sonra sancak kontra hızlı bir seyirle Kefalonya adasının en kuzeyindeki Fiskardo koyuna giriyoruz. Geçen hafta gelişimizde burada yanaşacak, hatta demirleyecek yer bulamamış, Sami’ye doğru seyre devam etmiştik. Bu kez erken geldik ama gene yer yok. Rıhtıma kıçtankara olamasak da bu kez Fiskardo’yu görmeden gitmeye niyetimiz yok. Sancakta demirleyip kıçtan uzun halatlarla kıyıya bağlanmış teknelerin arasında kendimize bir yer bulup uzun demirleyip kıyıya bağlanıyoruz ama İngiliz komşularımızla sorun yaşıyoruz. Bana kalırsa sorun sancağımızda kıç halatlarını çok gevşek bağlamış teknede ama biraz biz ayarlıyoruz halatlarımızı, biraz onlar geriyorlar, sonunda sulh oluyoruz. İlerleyen saatlerde aramıza bir tekne daha girecek ve üzerimize attığı demir bundan sonraki seyirlerimizi bize zehir edecek. Bunu henüz bilmiyoruz.
Fiskardo'dan iki görüntü
Kefalonya, ünlü “Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini” filminin çekildiği ada. Bu filmde anlatılan öykünün büyük oranda gerçek olduğunu öğreniyoruz kılavuz kitaptan. İkinci Dünya Savaşı sırasında adayı işgal eden İtalyan kuvvetlerinin müttefikleri olan Almanlara karşı yer yer Yunanların tarafında savaştıkları biliniyor. Son derece hüzünlü bir öykü bu. Film, meraklısı olan herkese tavsiye edilir.
Fiskardo, bütün Kefalonya adasını etkileyen, her şeyi yerle bir eden yıkıcı depremden etkilenmeyen tek yerleşim birimi imiş, o nedenle adanın özgün mimarisinin korunduğu tek yer olarak önemli. Gerçi Sami gibi diğer şehirlerde estetik bütünlüğü bozan hiçbir şey görmemiş olsak da, Fiskardo’nun yeri gerçekten bir başka. Küçük koyun çevresini saran köyün altını üstüne getirdik elbette. Akşam yemeğimizi tam denizin kıyısındaki güzel bir restoranda yedik. Balık enfesti. Gece geç saatlerde tüm güzelliklerin verdiği keyifle botla teknemize döndük.
13 Eylül 2017 Çarşamba günü seyre başlamak üzere sabah saat 08:00 sularında motor çalıştırıyor, kıç palamarları toplayıp bir sonraki hedefimize rota tutmak üzere kıç palamarlarımızı topluyoruz. Demiri vira etmeye başladığımızda, bizden sonra gelen teknenin demirinin bizim demirin üzerinde olduğunu endişeyle fark ediyoruz. Koyun yapısı nedeniyle bizim demir zaten 13-14 metredeydi, bir de üzerindeki demir zincirinin ağırlığına dayanamayan ırgat iflas bayrağını çekiyor. Kumandanın “vira” tarafı artık çalışmıyor. Neyse, bir önceki gün biz demirlerken epeyce atıp tutan iskelemizdeki İngiliz bayraklı trawler motoryatın kaptanı botuna binip geliyor, onun olağanüstü çabalarıyla demiri elle toplayıp, Odysseus’un adası Ithaki’nin Vathi şehrine doğru seyrimize başlıyoruz. Rüzgâr zayıf, iskelemizde kalan, uzun Ithaki adasının kıyıları boyunca güneye iniyoruz. Vathi adanın doğu tarafından girilen bir kanalın sonunda bulunuyor. Adanın güneyinden doğu yüzüne geçerken açtığımız kısa süreli yelken de çok verimli olmuyor. Vathi’ye girmeden önce Ithaki ve belki de bütün Yunan adalarının en ünlü plajlarından olan bembeyaz kumlu Gidaki plajına demirleyip denize girmek istiyoruz. Demiri elle atıp çekecek olmamız kara kara düşündürüyor. Murat’la birlikte ana demiri zincirliğe koyup yedek demiri çıkarıyor, uzun bir halat bağlayarak fundaya hazır hale getiriyoruz.
Ünlü Gidaki plajı
Gidaki’de kıyıya yakın, uygun bir nokta buluyor ve demirimizi 5 metre suya funda ediyoruz. Deniz gerçekten harika, ekip doya doya yüzüyor, kumsala çıkıyor. Ama çok uzun süre kalamayız ne yazık ki, Vathi’nin rıhtımı dolmadan kendimize bir yer bulmak zorundayız bu gece için. İstemeye istemeye Gidaki plajından demiri elle alıp Vathi’ye doğru yola koyuluyoruz. Kıçtankara olmayı planladığımız yerde bize uygun boşluklar var ama rıhtıma paralel sert bir rüzgâr esiyor, dikkatli olmak zorundayız. Hazırlığımızı yapıyoruz. Murat “funda” komutuyla birlikte yedek demiri bırakıyor. Dümen tutturabilmek için hızlı bir tornistanla, süratle kaloma vererek rıhtıma kıçtankara yanaşıyoruz. Sorun yok gibi şimdilik. Demir halatımız gergin ve tekneyi tutuyor. Sancak tarafımız (rüzgâr altı) dolu ama iskele tarafımıza gelecek teknelerin demirlerini nasıl atacakları elbette çok önemli.
Tekne şirketiyle telefonla konuştuktan sonra Vathi’de tekne malzemesi satan tek mağazaya gidip, arızalı olduğunu düşündüğümüz ırgat kumandasının yenisini aldık. Tekneye dönüp yeni kumandayı taktığımızda yine düş kırıklığına uğradık. Kumandanın vira tuşu çalışmıyor, mayna tarafı ise çalışıyor. Değişen bir şey yok yani. Demek ki arıza kumandada değil, röle kutusunda. Buna yapabileceğimiz bir şey yok. Durumu kabullenmek zorundayız. Eğer iskele tarafımıza yanaşacak tekneler bizim demirin üzerine demir atmazlarsa sorun yok, biraz zorlanarak da olsa demirimizi elle alabiliriz. Tersini düşünmek bile istemiyorum şimdilik.
Vathi’nin güzel kordon boyunu bir kez daha yürüdüm. Bu kez limana girerken iskele tarafta, şimdi bulunduğumuz rıhtımın tam karşısındaki tekne direklerini gördüğüm yere kadar gittim. Büyük, kare şeklinde sağlam ve temiz bir rıhtıma en az yirmi-yirmi beş tekne birbirlerinin üzerine bordalamış. Bunların bazıları uzun zamandır terk edilmiş görünümde olsalar da, diğerleri aynı şirketin kiralık yelkenlileri. Burayı tercih etmişler belli ki. Vathi köyünü karşıdan gören, bir iki restoranın da bulunduğu sakin bir köşe imiş.
Odysseus’un adasına gelip Odysseus heykelinin önünde selfie çekmemek olmazdı elbette. Bu ritüeli de hallettikten sonra geceyi kıyıda bir pizzacıda noktalayıp tekneye döndük. Bu arada iskele tarafımız da dolmuş. Gelenlerden biri de yaklaşık 15 metrelik bir Amel. Uzaktan demir tazelemek için açılıp yeniden demirlediğini görerek tekneye gelip yandaki teknenin demiri üzerine demir attığını fark etmiş ve bunu kaptana da söylemiştim. Haydi hayırlısı.
Sabah kahvaltı etmeden demirimizi vira etmeye hazırlanıyoruz. Hazır bütün teknelerin mürettebatı teknedeyken yapmak gerekiyor bu işi. Adayı gezmek için tekneden ayrılırlarsa, onlar dönene kadar burada kalırız. O teknenin demirini elle kaldırma şansımız yok çünkü.
Motoru çalıştırıyor, önce rüzgâr altı, sonra rüzgâr üstü kıç palamarları çözerek demir almaya başlıyoruz. İlk metrelerde sorun yok ama demire yaklaştığımızda iki kişi de olsak halatı çekmeye devam edemiyoruz. En az bir teknenin demirinin bizimkinin üzerinde olduğu açık. Bütün denizcilerin en sıkıntılı anları bunlar. Irgat arızalı olmasa, o tekneye zincirini boşlamasını rica edip sorunu çözmek mümkün olsa da, bizim bulunduğumuz durumda böyle bir şey söz konusu bile değil. İşin kötüsü sert rüzgâr hala sürüyor iskele tarafımızdan. Amel’in kaptanı oralı bile değil görünüşe göre. Denize atlayıp kıyıya yüzüyor, durumu açıklamaya çalışıyorum nefes nefese. O da demir alıp çıkacağını, sorunu çözeceğini ama 10-15 dakikaya ihtiyacı olduğunu söylüyor. Gerisin geriye tekneye yüzüyorum. Demir alma sırasında tekneler birbirlerine çok yaklaşıp tehlike yaratmasınlar diye biz bütün demir halatımızı roda edip ucuna da bir usturmaça bağladıktan sonra tamamını denize bırakıp oradan bir parça uzaklaşıyoruz. Beklerken kahvaltı etmeye karar veriyoruz. Neyse, yarım saat kadar sonra Amel demirini alıyor, biz de halatımızı yeniden alıp demirimizi biraz çabayla da olsa dipten kurtarıyoruz. Şimdi rotamız Meganisi adasının Vathi Limanında bulunan Odysseas Marina. Bu arada “vathi” Yunancada “dar girinti yapan liman veya koy, vadi” anlamına geliyor. Yani neredeyse her adada bir vathi bulunuyor. Bu Odysseas Marina’ya geçen gelişimizde de bağlanmak istemiş ama yer olmadığı yanıtını almıştık. Bu kez demir ırgatımızın çalışmadığını bilen tekneyi kiraladığımız şirketin yetkilisi bizim için dünden marinayı arayıp rezervasyon yaptırmış, o nedenle sorun yaşamayacağımızı umuyoruz.
Vathi çıkışında yelkenlerimizi basıyor ve sancak kontrada Meganisi’ye dümen tutuyoruz. Bu kez adanın doğusundan dönüp kuzey kısmında bulunan Meganisi’nin Vathi’sine gireceğiz. Önce güzel rüzgârla birkaç tramola atarak yükseliyoruz. Rüzgâr azaldığında da motor-yelken seyre devam ediyoruz. Atokos adasını sancakta bırakıp Meganisi’nin doğusuna geçiyor, kuzey burnunu geçerek iskeleye dönüyoruz. Rüzgârın iyice kesildiği bir anda 110 metre derinlikteki açık denizde önce küçük Deniz, sonra Selva ve Murat denize giriyor. Vathi girişinde telsizden Odysseas Marinayı anons ediyor ve konuşuyoruz. Neyse bu kez bizi güzel bir yere alıyorlar. Yönetim binasının ve kafe-barın olduğu yerin çok yakınına sancaktan aborda oluyoruz.
Odysseas Marina ve sinarit
Ekip olarak duş aldık. Küçücük Vathi köyünün eski ama bakımlı kilisesinde bugün önemli bir tören var sanki. Bütün köy halkı tertemiz giyinip kiliseyi doldurmuş. Çanlar çalıyor, tok bir erkek sesi dualar okuyordu. Biz köyü gezdik, bu arada akşam yemeği için gözümüze kestirdiğimiz bir kıyı lokantasına rezervasyon yaptırdık. Deniz kenarındaki şık barda şimdiye kadar içtiklerimizin en iyilerinden olduğu konusunda Ayten’le fikir birliğine vardığımız, güzel bir Aperol spritz içtik. Akşam masamızda önceden fiyatı konusunda pazarlık ettiğimiz, güzel bir sinarit vardı. Yediklerimizden ve içtiklerimizden çok memnun kaldık tüm mürettebat olarak. Bu gece, bizim bu eğitim seyrindeki son gecemiz. Yarın limana dönüp tekneyi bırakacağız.
Sabah saatlerinde marina ön büroya giderek marina ücretini ödedim. Sorum üzerine ön bürodaki genç kız sezon içinde bu marinada yer bulabilmek için en azından üç gün önceden rezervasyon yapmamız gerektiğini söyledi. Gelecek yıl için not alıyorum. Marinanın içine girip kamyon, TIR ne varsa alıp giden feribottan sonra aborda olduğumuz yerden ayrılıyor ve Levkas kanalının güney girişine doğru yelken seyrine başlıyoruz. Başlangıçta zayıf olan rüzgâr giderek güçleniyor ve sanki dünün acısını çıkarır gibi tramolalar atarak güzel bir yelken seyri yapıyoruz. Bugün dümenimizi çoğunlukla Selva tutuyor, orsada son derece keyifli ve süratli gidiyor tekne. Kanalın şamandıralarına ulaştığımızda yelkenlerimizi sarmamız gerekiyor, isteksizce yapıyoruz bunu ama saat de 16:00 olmuş, marinadaki yerimize girmeden daha yakıt iskelesine yanaşıp tankımızı dolduracağız.
Bitişe doğru...
Kanalda dönüş yapan tekneler ip gibi dizilmiş motor seyrindeler. Tıpkı ilk İyon denizi seyrinde olduğu gibi, sırayla seyreden teknelerin arasında inatla tam yol yaparak önündeki tekneleri sollayan bir katamaran yine azıcık sinirlerimizi bozsa da, yakıt istasyonuna ondan önce ulaşıp aborda oluyor ve depomuzu dolduruyoruz. Diğer günler iki-üç teknenin bulunduğu istasyonda neredeyse aynı anda dolum yapılan 8-10 tekne var. Dolumdan sonra marina görevlilerinin bize gösterdiği yere olaysızca kıçtankara oluyor, tonoz halatımızı ve kıç palamarlarımızı bağlayarak teknemizi emniyete alıyoruz. Güzel bir İyon Denizi seyrini daha noktalıyor, iyi-kötü anıları depolamış olarak seyir katılım sertifikalarını dağıtıyoruz. Bu gece teknede kalacağız, yarın sabah erkenden, daha doğrusu bu gece geç saatlerde mürettebat Atina havalimanına yola çıkarken biz de Ayten’le Hırvatistan seyrine katılmak üzere önce İgumeniça’ya, oradan İtalya’da Ancona’ya ve sonra da Split’e ulaşmak üzere uzun ve zorlu bir otobüs ve gemi yolculukları zincirine başlayacağız. Bu seyirde bize eşlik eden Günay ve Deniz Mecnunoğlu’na, Selva ve Murat Işıldak’a uyumlu birliktelikleri için teşekkür ederiz. Yeni seyirlerde görüşmek üzere…
Murat ALEV