SEYİR DEFTERİ

Hırvatistan 2016 Seyri (24-30 Eylül 2016)

"Bu köyler sürekli birbirleriyle savaşırlarmış, ta ki Türk'ler ufukta görününceye kadar; o zaman hemen birleşip Türk'lere karşı savaşmaya başlarlarmış". Split'e kaldığımız otelin sahibinin ayarladığı, bizi minibüsüyle Split'ten tekneyi teslim alacağımız Kastela Marina'ya götüren genç Hırvat şoförümüz böyle diyordu. Hırvatçada "kale" anlamına gelen kastel ya da kastela (kaştela okunuyor) adı verilen Ortaçağ köyleri zamanla genişleyip birleşmiş ve neredeyse tek bir yerleşim yeri haline gelmiş gibi. Kıyı boyunca seyir yaparken bu durum belirgin şekilde öne çıkan eski kalelerin çevresine kümelenmiş yapılardan anlaşılıyor.

İtalya, Sicilya'da, Eolian Ada'larına yaptığımız seyri tamamlamış, ekip geri dönerken biz de önce gemiyle Palermo'dan Napoli'ye, orada iki gün kalıp ünlü Pompei ve Sorento'yu gördükten sonra trenle Roma aktarmalı olarak Adriyatik kıyısındaki Ancona'ya geçmiş, oradan da gene bir gece gemi yolculuğuyla Split'e ulaşmıştık.

Apart otelimiz eski şehrin neredeyse kalbinde, çok güzel bir konumdaydı ve her yere yakındı. 23 Eylül cuma günü bizimle aynı oteli paylaşacak olan ekibin dört üyesi daha geldi. Son iki kişiyle ertesi gün Marina'da buluşacaktık. Herkes Split'i çok beğendi. Tarihte kendi isteğiyle emekliye ayrılmış ya da istifa etmiş tek Roma imparatoru olan Diocletianus'un emeklilik günlerini yaşamak için yaptırdığı ve hala yerli halkla iç içe yaşayan saray gerçekten ilginçti.

Marina Kastela, Split'in kuzeyinde, Kastel Kambelovac yerleşimi yakınında yapılmış, büyük bir marina.

Ekibin son üyeleriyle buluştuktan sonra 2008 model Jeanneau Sun Odyssey 49 olan teknemizi teslim aldık ve yerleştik. İki buzdolabımızdan biri arızalı çıktı, ancak teknik ekip tarafından ertesi gün onarıldı. Haftalık alışveriş yapıldı ve tekneye yerleştirildi. Akşam yemeği Marina'nın hemen dışındaki bir restoranda yendi. Bizim pontondaki bütün teknelerde bir hareket bir hareket. Az sayıda tekne gün batarken çıktıysa da çoğu bizim gibi ertesi gün çıkmayı tercih etti.

25 Eylül Pazar sabah saat 10:30 sularında marinadan palamar çözüyoruz. Bugün biraz Doğuya ve kuzeye doğru seyir yapma niyetindeyiz. Yaklaşık 27-28 mil uzaklıktaki Primosten'e gitmek istiyoruz. Kılavuz kitapta bu çok eski yerleşimden "sitayişle" söz edilmiş. Hafif rüzgârda yelkenleri basıyor, motor-yelken önce güneye yöneliyoruz. Üzeri ormanlarla kaplı bir milli park olarak korunan Marjan yarımadasını iskelede, Ciovo adasının doğu burnunu sancakta bırakarak iç denizden çıkıyor ve pruvamızı batıya çeviriyoruz. Rüzgâr giderek oturuyor. Hava raporlarında söz edilmeyen, güzel bir rüzgâr yakalıyor ve motoru stop ediyoruz.

Kuzeyden gelen yaklaşık 10-12 knot rüzgârla tramolalar atarak, kuzey- kuzeybatı yönünde seyrediyoruz. Drvenik adaları ile kara arasındaki kanalda keyifli bir yelken seyriyle önceki seyirlerden tanıdığımız Ragoznica önlerine kadar geliyoruz. Hedefe daha 5-6 mil var. Bize güzel sürpriz yapan rüzgâr devam ediyor. Nihayet uzaktan Primosten görünüyor. Kılavuz kitaba göre küçük bir limanı var, taş çatlasa 20 tekne alır. Uzaktan liman girişinde birçok yelkenli tekne görünüyor bordadan. Arkadaşlar bu teknelerin uzun bir rıhtıma aborda olduklarını düşünüyor ama aslında rıhtım gibi görünen yer kumsal, aborda oldukları sanılan tekneler de alargada şamandıralara bağlamış. Limanda yer olmadığı gibi bağlayacak şamandıra da yok. Gene de aralarında slalom yaparak boş bir şamandıra bakıyoruz. Boş olduğunu görüp umutlandığımız son şamandıraya yaklaştığımızda üzerinde "reserved" yazısını görerek düş kırıklığına uğruyoruz. Mecburen en arkaya geçip kıyının hemen önüne, 5 metre suya demirimizi funda ediyoruz. Dip kum ve yer yer yosun, demir iyi tutuyor. Bugün alargadayız.

Botumuzu güverteden denize indiriyor, dıştan takma motoru takıyor ve kıyıya çıkma hazırlıklarına başlıyoruz. Boş vitesi olmayan, gazı da alıştığım gibi kol üzerinde olmayan motoru çalıştırır çalıştırmaz hareket eden botu durdurmak için yaptığım hamleler sırasında tekneden kahkahalar yükseliyor. İki seferde bütün mürettebatı kıyıya taşımayı başarıyoruz.

Eski bir yerleşim olan Primosten, bir uçtan diğerine yaklaşık 400 metre olan bir ada üzerine kurulmuş ve sonradan karayla birleştirilmiş. Buraya 400 yıldır hiç dokunulmamış. Daracık sokaklarda dolaşıyoruz. En tepede, her yerde olduğu gibi kilise var, bahçesi de çepeçevre mezarlık. Yeni Primosten tümüyle dışarıya inşa edilmiş, biraz uzakta oteller de var. Yemek yiyecek bir yer ararken bahçeli bir restoran buluyoruz. İçerisi çok kalabalık ama köşedeki masada bize göre yer var, hemen yerleşiyoruz. Fiks menü deniz ürünleri yiyeceğiz. Sonradan adının Mateja olduğunu öğrendiğimiz garson kız bizim Türk olduğumuzu öğrenince çok seviniyor. Biz de buna acayip şaşırıyoruz. Bunun nedeni Türk televizyon dizileri ve onun yakışıklı aktörleri elbette.

Gene iki seferde tekneye dönüyor ve kamaralarımıza çekiliyoruz. Gece sakin geçiyor. Alargadaki teknelerin demir fenerleri ateş böcekleri gibi parıldıyor.

 

26 Eylül Pazartesi sabahı erkenden uyanıp havuzluğa çıkıyorum. Rüzgârın yönü değişmiş, tekne küçük de olsa dalgaları kemere yönünden aldığından hafif yalpalar yapıyor. Mürettebat birer-ikişer uyanıyor. Güzel bir kahvaltının ardından demir alıyoruz. Bu sırada küçük bir şanssızlık yaşıyor ve ırgat kumandasının kablosunu koparıyoruz. Demir elle alınıyor. Güçlü-kuvvetli dört kişiyiz, Demir de sadece 5 metrede olduğundan sorun yok. Bugün Krka şelalelerini görmeye gideceğiz. İç sularda biraz seyrimiz var. Planımız doğruca Skradin marinaya gitmek. Yolumuz yaklaşık 20 mil kadar. Bunun 9 mil kadarı denizde, geri kalanı Krka nehrinin halicinde. Zaman zaman motor-yelken, kısa sürelerle sadece yelkenle Kanal Sveti Ante'nin denize açıldığı noktaya geliyor ve dikkatle kanala giriyoruz.

Buraya geçen sene de gelmiş, D-marin Mandalina'da bir gece konaklamıştık. Bu kez marinaya girmeyecek, dönüşte Sibenik şehrinin rıhtımında geceleyeceğiz. İki mil kadar içeride, karşıda eski Sibenik şehri yükseliyor. Hırvatistan'ın önemli şehirlerinden ve çok iyi korunmuş burası da. İskeleye dönerek seyre devam ediyoruz. Kanal son derece derin ve iyi şamandıralanmış olduğundan seyir gayet kolay. Sağlı-sollu midye çiftliklerinin arasından geçerek önce gene büyük bir göle sonra yeniden iki yanı dik yamaçlardan oluşan kanala giriyoruz. 3-4 mil kadar sonra solda küçük, şirin Skradin şehri ve marinası karşılıyor bizi. Tekneyi marinaya bağlıyor ve milli parkın "shuttle" teknelerinden birine binerek şelalelere gidiyoruz. Aramızda şelalede yüzmeye niyetli olanlar var. Ciddi bir giriş ücreti ödeyerek milli parka giriyoruz. Son şelalenin döküldüğü yerde herkes suda.

Soyunma-giyinme zorluklarını düşünerek suya girmekten vazgeçiyor ve yürüyüşle yetinmeye karar veriyoruz. Tırmanışlı, inişli ciddi bir yürüyüş parkuru burası, her yer su. Krka nehri Deniz seviyesine ulaşıncaya kadar en az 15-20 şelale oluşturmuş bu noktada. Yukarılarda dahası da varmış ama oraya kadar gitmeye zamanımız yok. Tekneye dönüp marinaya yarım günlük ücret ödeyerek saat 17:00'ye kadar çıkmak istiyoruz. Benzer bir tekneyle Skradin'e dönüyor ve birer pizza yedikten sonra tam saatinde marinadan çıkıyoruz. Geldiğimiz yolun bir kısmını geri dönüp gün batarken tonoz alarak Sibenik şehir rıhtımına kıçtankara bağlanıyoruz. Yarın sabah erken çıkmak amacında olduğumuzdan Sibenik'i gezmek için fazla zamanımız yok. Hemen yollara düşüyoruz. Ne yazık ki saat geç olduğundan kale kapanmış. Skradin'deki devasa pizzalar yüzünden acıkmadığımız için kimse yemek yemeğe niyetli değil. Dar sokakların kesiştiği yerde bir kafe bulup "Aperol Spritz" içiyor ama beğenmiyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse İtalya'dakiler çok daha güzeldi. Geç vakit teknemize dönüyoruz, herkes yorgun olduğundan hemen kamaralara çekiliyor.

27 Eylül sabah saat 05:30'da uyanıyor ve 06:00'da palamar çözüyorum. Henüz gün doğmamış, ortalık alacakaranlık. Seyir fenerlerimiz yanıyor. Havuz kadar durgun suda süzülerek Sibenik'i geride bırakıyor ve Sveti Ante kanalından yeniden denize çıkıyoruz. Sabah erken seyri özlemiş olduğumu fark ediyorum. Kamaradan dayanılmaz bir kahve kokusu geliyor. Sağol Uğur kaptan! Kendimize geliyoruz. Kahvaltı molasını yaklaşık 12 mil uzaklıktaki bir başka ortaçağ köyü olan Ragoznica'da vereceğiz. Saat 08:30 gibi hedefe ulaşıyor, tenha Ragoznica köy rıhtımına kıçtankara bağlanıyoruz. İyi bir kahvaltıyı hak ettik bugün, şöyle omlet filan. Köyde iki saat kadar kalıyor, tepeye tırmanıp eski sokaklarda dolaştıktan sonra rıhtımdan ayrılıyoruz.

Hemen karşıda turkuaz renkli bir kıyıyı gözümüze kestirip 4 metre suda demirliyoruz. Herkes denize! Uzun uzun yüzüyoruz, bu ilk deniz sefamız ne de olsa. Makarna pişerken demir alıp yola koyuluyoruz. Bugünkü hedefimiz yaklaşık 20 mil uzakta olan Solta adasının Rogac limanı. Motor-yelken güneydoğuya doğru inerken kuzeybatı yönüne giden bir yarış filosu görüyoruz. Deniz kalabalık. Tekrar Drvenik adalarının arasından geçerek Solta adasının kuzeyine yöneliyoruz. Bugün rüzgârımız biraz zayıf. Saat 16:00 sularında Rogac'a giriyor, rıhtımda üç-dört diğer teknenin yanına kıçtankara bağlanıyoruz. Burası küçük bir yer. Asıl yerleşim olan Grohote'nin iki kilometre kadar yukarıda olduğunu yazıyor kılavuz kitap. Elbette gitmeye karar veriyoruz. Saat 18:00'de bütün adayı dolaşan sarı otobüs limandan Grohote'ye gidecek. Yerlerimizi alıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse Grohote benim beklediğim gibi çıkmıyor. Ne bekliyorum? Eski bir kilise, köy meydanı, aralarında dar sokaklar olan, birbirine sokulmuş eski yapılar, diğer yerlerin çoğunda olduğu gibi. Grohote böyle bir yer değil. Geniş bir alana yayılmış, kırsal yanı ağır basan, bağlık-bahçelik bir köy. Yapılar eski, eski olmasına ama ne bileyim, şimdiye kadar gördüklerimizden farklı bir yer, anlatması zor.

 

Gün batımını izlemek için köyün dışına kadar yürüyoruz. Dönerken "Sultanlar Sokağı" tabelası olan sokakta, ağaçlı, küçük bir avluya açılan çift kanatlı bir kapının üzerinde "Konoba Momcin Duor" yazısı görüyoruz. Evet, bu bir restoran. Köyde hiç yabancı yok gibi, sokaklarda bir tek bizim grup var. Kim gelir acaba buraya, diye düşünüyorum. Neyse, akşam yemeğimizi burada yemeye karar vererek çok isabetli bir iş yapıyoruz. Salata, patates ve ızgara sebzelerin yanı sıra yine aynı ızgarada pişirilen lezzetli levrekler, yerel şarap eşliğinde ziyafete dönüşüyor. Üstüne Türk kahvesi ve ilginç bir fal faslı da oluyor. Ekibin bir bölümü lokanta sahibinin antika arabasıyla limana dönerken bizler de mutlak karanlıkta yıldızları seyrederek iniyoruz iki kilometrelik yoldan limana. Yarınki yolumuz, yaklaşık on sekiz deniz mili uzaklıktaki Hvar adasının Starigrad şehri. Burasının Hırvatistan'daki en eski şehir olduğunu öğreneceğiz yarın.

Sabah Split feribotunun arkasından dönerek limandan çıkar çıkmaz güzel bir kuzey rüzgârıyla yelken basıyoruz. Hedef, Solta ve Brac adalarının arasındaki boğaz. Ne yazık ki rüzgâr geldiği gibi gidiyor çok geçmeden. Motor yeniden. Neyse ki Boğaz'ı geçip dibinde Starigrad'ın bulunduğu büyük Körfez'e yöneldiğimizde rüzgâr geri geliyor. İskele kontra apaz seyrinde 8 knotu buluyoruz hemen. Niyetimiz limana girmeden önce bir yerde demirleyip denize girmek. Burnun saçakaltına girince rüzgâr giderek zayıflıyor, biz de güzel, rüzgârdan uzak, berrak bir koy bulup demirliyoruz tek başımıza.

Deniz harika ama limanda yer bulabilmek için çok geç kalmamalıyız. Molanın ardından demir alıyor ve teknelerin akın akın gittikleri limana yöneliyoruz. Henüz çok kalabalık değil ama akşam olduğunda rıhtımda 44 tekne sayıyorum, ikisi dışında tümü yelkenli ve bunların neredeyse tamamı da kiralık tekne. Rıhtım son zamanlarda yenilenmiş belli, tertemiz rıhtımlar, elektrik, su, duş, tuvalet, bir marinadan beklenen her şey var. Şehrin dar sokaklarında gezerken inanılmaz bir duyguya kapılıyor insan. Her şey dört-beş yüz yıllık. Şehrin son derece etkileyici müzesini geziyoruz. Çok eski iki kilise. Türklerin saldırısından korunmak için kale gibi inşa edilmiş, burçları var.

Sonra o inanılmaz kale-ev. Petar Hektarovic 1487 yılında doğmuş, Hırvat edebiyatının babası kabul edilen bir şair ve filozof. Kendine bir ev yaptırmış, içinde bahçeleri, havuzları, terasları olan kale-ev karışımı bir yapı. Aşağıda gezdikten sonra yukarıya yöneliyoruz ama girişte biletimizi veren arkadaş, "oralar ziyarete kapalı" diyor. Nedenini sorduğumuzda ise şairin bilmem kaçıncı kuşaktan torunlarının hala orada oturduğunu söylüyor. İnanılmaz değil mi? 1500'lü yıllardan beri aynı binada oturan bir aile.

Akşam yemeğimizi dar ara sokakların birinde, iki katlı eski, taş bir evden dönüştürülmüş bir restoranın bahçesinde yiyor ve yediklerimizden de, çok memnun kalıyoruz.

Sakin geçen bir gecenin sonrasında teknede yapılan güzel bir kahvaltının ardından, saat 10:30 gibi yeniden palamar çözüyor ve haliç şeklindeki dar limandan çıkıyoruz. Bugün rüzgâr gene çok iyi, çıkar çıkmaz yelken basıyor ve koyun içinde tramolalarla yükseliyoruz. İyi yelken trimi ve konsantrasyon sayesinde benzerimiz birçok tekneyi geçtiğimizi keyifle görüyoruz.

Split'in güneyini duvar gibi kaplayan Solta ve Brac adalarının arasında yarım mil genişliğinde bir kanal var. Hemen onların Güney'inde de büyük Hvar adası. Bu seyirdeki son limanımız Brac adasının Milna köyü (koyu) ve 15 mil kadar yolumuz var. Zevkli bir seyrin ardından tekrar Solta ve Brac adaları arasındaki kanala giriyor, hemen sancağa dönerek Milna'ya yöneliyoruz. Denize girme keyfini sabaha bırakarak hemen mazot iskelesine aborda olup depomuzu 62 lt mazotla doldurduktan sonra girişin sancağında, bir restoranın özel rıhtımına kıçtankara bağlanıyoruz. Burada da duş ve tuvalet var. Milna, Brac adasının en büyük yerleşimlerinden bir olmasına karşın Starigrad gibi bir yer değil. Eski olmasına burası da eski ama görecek çok daha az yer var. Şehrin ana koyunu ACI marina kapatmış. Yine de birkaç saatimizi alıyor köyü gezmek. Buraya gelmemizin bir nedeni de tekneyi teslim etmeden önce depomuzu doldurabileceğimiz iki yerden biri olmasıydı. Bu akşam yanaştığımız iskelenin restoranındayız akşam yemeği için. Masamız hemen teknemizin arkasında.

Sabah 10:00 gibi limandan ayrılıp bir mil uzaklıktaki güzel bir koyda demirliyor, kahvaltıdan sonra bütün ekip denize giriyoruz. Bugün son günümüz, akşam yeniden Kastela Marinaya döneceğiz. 12:00 sularında demir alıyor ve rüzgar zayıf olduğundan motor seyriyle Kastela'ya yöneliyoruz. Ciovo adasını yeniden iskelede bırakıp Körfez'e girdiğimizde artan rüzgarla yeniden yelken basıyor, kavança atıp Ortak adları Kastela olan köylerin önünden kıyıya paralel rotada geçerek marinaya yaklaşıyoruz. Manzara görülmeye değer: onlarca tekne aynı rotada marinaya girmeye geliyor. Girişte dokuz-on tekne arka arkaya iyice ağır yolla seyrederek yerimizi buluyor, bağlanıyoruz. Birazdan "checkout" işlemi için firmanın adamları gelip tekneyi teslim alacaklar. Mürettebatın bir kısmı duşa, bir kısmı dolaşmaya ve alışverişe gidiyor. Akşam yeniden çıkıştaki restoranda buluşup "son akşam yemeğimizi" yiyoruz.

Bu seyri bizlerle paylaşan ekibimize, kimilerine rüzgarı çağırmada çok başarılı olduğu için, kimilerine çok konsantre dümen tutarak bize diğer teknelerle yarışıp onları geçme keyfi yaşattığı için, kimilerine güzel fotoğraflarıyla bize adeta fotoğrafçılık dersi verdiği için, kimilerine güzel sabah kahveleri için, tümüne ise uyumlu, güzel birliktelikleri ile seyre keyif kattıkları için teşekkür ediyoruz. Ekibinde Serenay-Uğur USTA, Deniz-Fuat TİNİŞ, Gözde-Emin GÖZAÇAN ve Ayten-Murat ALEV’in yer aldığı güzel bir eğitim seyri böylece tamamlanıyor. Yarın sabah 06:15'teki uçağımıza yetişmek için 04:30'da kalkıp yollara düşeceğiz

info@derinmavi.com.tr · +90 (312) 467 50 91· +90 532 351 35 17